1 Mart 2015 Pazar

Eski Fotoğraflar... Mutlu Gülen İki Yüz



Patrick Vieira ve Emmanuel Petit, Arsenal'in orta saha sıkıntısı çekmediği yıllarda

15 Ağustos 2014 Cuma

Bir Süleyman Seba Asla !




Türk futbolunda saygı kelimesine ne yazık ki bugünlerde pek fazla rastlanılamıyor. Ancak Süleyman Seba sadece Beşiktaş taraftarının değil tüm spor camiasının saygıyla anacağı bir spor adamı olarak bugün ebediyete uğurlandı. Centilmenliği, mütevaziliği, rakibine saygısı ve onu o yapan tüm özellikleri bugün Süleyman Seba isminin normal bir spor adamından çok daha ötede anılmasını sağlayacak.

Üç bine yakın Beşiktaşlının önünde Lütfi Kırdar Kongre Sarayı'nda başkanlık kürsüsünden indiğini gözyaşları içinde açıkladığında ''Göreve geldiğim günkü heyecan ve duygularla başım dik, gönlüm rahat ve huzur içerisinde sizlere veda ediyorum'' diyerek 57 yıllık görevini fiilen noktalamıştı Süleyman Seba.

Kendisine verilen onursal başkan sıfatını ''Bu kulübün onursal başkanı Hakkı kaptandır. Bunu kabul etmem ona saygısızlık olur'' sözleriyle kabul etmese de zorla bu sıfatı almıştı Süleyman Başkan. Hayatını adamak denilen deyim onunla Beşiktaş arasındaki ilişkiyi ifade edebilecek bir deyimdir. 1940'lı yıllarda kapısından girdiği Beşiktaş onun hayatının merkezi olmuş, idolü olarak gördüğü Baba Hakkı'nın ağabeyliğinde profesyonel olmuştu. Mimar Sinan Üniversitesi Fransız Filolojisi bölümündeki öğrenimini babasına rağmen bırakıp Beşiktaş'ın Amerika turnesine giden de yine Süleyman Seba'dan başkası değildi. ''Hayatımda babama sadece Beşiktaş için karşı geldim'' sözleriyle içindeki Beşiktaş aşkının sınırsızlığını gözler önüne seriyordu. Henüz 28 yaşında sakatlık nedeniyle futbolu bıraksa da bu asla onun bir ömür sürecek olan Beşiktaş macerasının bir sonu olmayacaktı. 1984 yılına kadar kulüp üyeliği yaptıktan sonra kulüp başkanlığına gelecek hem şampiyonluklar kazandıracak hem de kulüp tarihinde ilk olan tesisleşme sürecini başlatan isim olacaktı Süleyman Seba. İlker Ateş bu durumu ''Sadece top peşinde koşan, galibiyetlerle avunup yenilgilerle kahrolmaktan başka bir şey yapmayan Beşiktaş'ta 81 yıl sonra ilk kez bir yere çivi çakıldı'' sözleriyle özetliyordu.

Tüm kupaların yanında Fulya tesisleri, Beşiktaş Plaza, Yeşilköy, Pendik, Çilekli tesisleri, Beşiktaş Koleji ve İnönü Stadı'nın 49 yıllık kullanım hakkı da Beşiktaş'a onun döneminde kazandırılmıştı. Seba ''Bunların hepsini nasıl başardınız ?'' sorusuna ise ''Yaptık işte bir şeyler'' diyerek konuyu uzatmadan kapatacak kadar tevazu sahibi bir insandı. ''Hayatım boyunca kazandığım para bir oyuncunun maaşını vermeye bile yetmez. Sağolsun Beşiktaşlı dostlarım sayesinde kulübü buralara getirdik'' diyecek ancak Beşiktaş'ın borçları için tüm malvarlığı olan evini ipotek ettirirken kimseye bundan bahsetmeyecekti.




Beşiktaş taraftarı efsane başkana karşı son görevini gözyaşları içinde yerine getirdi
































Kendisi hakkında İslam Çupi'nin 1991 tarihli yazısı her şeyi anlatır vaziyette:

''Beşiktaşlılar! Bu şampiyonluktan sonra Akaretler yokuşunun başından ortasına doğru peşine hiçbir gazeteci teybini almamış, arkasından önüne hiçbir fotoğraf flaşının aydınlatmadığı, o yaşı altmışın üzerinde, yüzü ve gözleri Beşiktaş'ın geleceği için pörsümüş insana, o benzersiz başkana bir minnet selamı gönderiniz. Beşiktaş'a her şey bulunabilir. Belki ezeli, ebedi bir şampiyonluk yolu, belki hudutsuz servetler, belki Avrupa kupalarında final dönemeçleri, belki başka takımların hep yenildiği fantastik bir dünya... Ama bir Süleyman Seba asla !''


26 Temmuz 2014 Cumartesi

Brezilya ve 9 Numara Buhranı

Luis Felipe Scolari yönetiminde Dünya Kupasına 7-1'lik Almanya bozgunu ile havlu atan Brezilya çok konuşuldu. Taktiksel işleyiş, kadro tercihleri, oyuncuların psikolojik durumları kupa boyunca basın ve taraftarların hoşnut olmadığı konuların başında geliyordu. Özellikle kadro tercihleri konusunda santrafor bölgesi tam anlamıyla kanayan bir yara oldu. Tarihi boyunca her zaman dünyanın en iyi 9 numaralarını çıkaran Brezilya'nın bu turnuvada santrafor kıtlığı çektiğini söylemek yanlış olmaz. Öyle ki turnuvaya bir dönem Lyon formasıyla izlediğimiz Fred ve eski Galatasaraylı Jo ile başlangıç yapmak zorunda kaldılar.




























Daha geniş bir açıyla baktığımız zaman Brezilya'nın Ronaldo'dan sonra bu bölgeyi bir türlü dolduramadığını söylemek yanlış bir çıkarım olmaz. Yıllarca Brezilya'nn en zayıf halkası kaleci pozisyonu olarak görülürken son birkaç yılda bu durum tamamen santrafor eksikliğine dönmüş durumda.

Pele'nin 1958 - 1970 arası milli takım ile gösterdiği performans Brezilya'lı santrafor teriminin sembolleşmesinde büyük rol oynamıştır. Günümüzde gelmiş geçmiş en iyi futbolcular arasında yer alan Pele belirtilen yıllarda gösterdiği performansla takımına 1958, 1962 ve 1970 Dünya Kupası şampiyonluklarını kazandırmış ve Brezilya futbolu muhteşem bir geleceğin tohumlarını ekerken olayın baş kahramanlarından biri olmuştu.







Brezilya  Pele, Garrincha, Vava gibi yıldızlardan oluşan ve üç  Dünya Kupası kazanan altın jenerasyondan sonra Dünya Kupası'nı ancak 24 yıl sonra kazanacaktır. 1994 yılında ABD'de düzenlenen Dünya Kupası'nda sahneye kısa boylu, kalın bacaklı Romario çıkacak ve kupanın en değerli oyuncusu seçilirken performansıyla da takımına kupayı getirecekti. Ancak Romario kariyerinin zirvesine ulaşmışken yaşadığı problemler nedeniyle üstün yeteneğini uzun yıllara yayamıyordu. Barcelona'da Hristo Stoichkov ile birlikte kurduğu gol ortaklığıyla kariyerinin en verimli dönemlerinden birini geçiren Romario, bu tarihten itibaren yavaş yavaş çöküş dönemine girmeye başladı. Özel hayatında yaşadığı sorunlar, alkol problemi, aile fertlerinin fidye için kaçırılması şüphesiz konsantrasyonunu dağıtsa da yaşadığı çöküş sonrası futbol hayatı bir daha eski kalitesini yakalayamamıştır. Yine de 40 yaşının üstüne gelene kadar futbol hayatına devam eden Romario, Pele'nin ardından 1000 gol barajını aşan ikinci futbolcu olarak tarihe geçmiştir.







Brezilya 1994 yılında kupaya uzanırken kadroda bulunan ancak hiç forma şansı bulamayan 18 yaşındaki Ronaldo ise Romario'nun çöküşünden sonra ortaya çıkacak ve sadece Brezilya'nın değil, dünya tarihinin en iyi birkaç santraforundan biri olarak ismini hafızalara kazıyacaktı. Cruzeiro ve PSV performanslarının ardından Barcelona'da sadece 1 sezonda mükemmel işler başaran ''Fenomeno'' daha sonra İnter ile performansını devam ettirse de yaşadığı sakatlık ondan çok şey götürecekti. Önce 1999 yılında Lecce maçında sakatlanıp 6 ay sahalardan uzak kalan Ronaldo, 2000 yılında Lazio maçında oyuna girdikten sonra kariyerini altüst eden sakatlığı yaşamıştı. Ancak buna rağmen Ronaldo sahalara geri dönmekle kalmayıp 2002 yılında ülkesine Dünya Kupası'nı getiriyor ve gösterdiği performansla Real Madrid'e transfer oluyordu. Madrid'de geçirdiği 5 yılda kulübün efsaneleri arasına giren Ronaldo daha sonra Milan ve Corinthians formaları giyip sakatlık ve kilo problemleri nedeniyle göz yaşları içinde futbolu bırakırken geride Brezilya'nın ve hatta birçok futbolsevere gere dünyanın gelmiş geçmiş en iyi santraforu apoletlerini bırakıyordu.




YENİ RONALDOLAR MEZARLIĞI




                     

ADRİANO




Ronaldo'nun ardından Brezilya futbolunda yetişen santraforlar ise Ronaldo'dan oluşan boşluğu doldurmanın yanından bile geçemedi. İlk yeni Ronaldo adaylarından olan Adriano Parma ve İnter'deki ilk dönemlerinde gösterdiği başarılı performansın ardından yaşadığı psikolojik sorunlar ve içine düşdüğü alkol-uyuşturucu batağından bir türlü kendini kurtaramadı. Yeteneğini heba eden Adriano, Flamengo formasıyla ülkesine döner. Ardından Roma ona bir şans daha verir ve tekrardan İtalya'nın yolunu tutar ancak bir kez daha hayal kırıklığı yaratır. Son dönemde Corinthians, Flamengo ve Atletico Paranaense formaları giyen Adriano'nun futboldan çok yaşadığı sorunlarla uğraşması gerektiği söylenebilir.




VAGNER LOVE





Adriano'dan umut kesilmişken Palmeiras formasıyla parlayıp CSKA Moskova'ya transfer olan Vagner Love sambacılar için yeni bir yetenek olarak değerlendirilir ancak inişli çıkışlı futbol hayatı kısa süre içerisinde onu da ''Yeni Ronaldo'lar Mezarlığı''na gönderir.



NİLMAR






2003-2010 yılları arasında belli dönemlerde milli takıma davet edilen Lyon ve Villarreal formalarıyla tanıdığımız Nilmar da performansını süreklileştiremediği için milli santrafor açlığını gideremeyen isimlerden. 2009 yılında Luis Fabiano ve Pato'nun ardından yedek olarak katıldığı Konfederasyonlar Kupası'nda şampiyonluk yaşayan Nilmar, bir yıl sonra Dunga tarafında Dünya Kupası kadrosuna da davet edilir ancak fazla forma şansı bulamaz. Bu tarihten sonra kariyeri düşüşe geçer ve Katar'ın Al Rayyan ve El Jaisch kulüplerinin formalarını giyer.



LUİS FABİANO






Ronaldo'nun milli takımda yarattığı boşluğu şu ana dek en iyi telafi eden isim ise şüphesiz Luis Fabiano. Ponte Preta, Rennes, Sao Paulo kulüplerinde forma giydikten sonra Porto'ya geçen, oradan da altın yıllarını geçireceği Sevilla kulübüne transfer olan Fabiano milli formayı 2003 yılında terletmeye başlar. 2004 yılında Copa America şampiyonu olan Brezilya'nın 9 numara bölgesinde forma giyer. Ancak 2006 yılında Dünya Kupası kadrosuna davet edilmez. Bu dönemlerde birçok latin futbolcunun başına gelen anne ya da babalarının kaçırılma olayı kendisinin de başına gelir. Bu sıkıntıyı atlatsa da aksilikler peşini bırakmaz. Takım antrenmanındayken evine giren hırsız çocuklarını esir alır. Yaşadığı sıkıntılar futbol hayatına ket vursa da 2009 yılında Dunga tarafından yeniden Milli takıma davet edilir ve Konfederasyonlar Kupası'nı kazanır. 2010 Dünya Kupası'nda Kaka, Elano ve Robinho'nun desteğiyle Brezilya'nın gol yükünü çekse de çeyrek finalde Hollanda'ya elenerek kupaya veda eder. 2011 yılında Sao Paulo formasıyla ülkesine dönen Fabiano yaşadığı sorunlar ve kendisini sahne önüne tam anlamıyla çıkaracak kadar büyük bir kulübe transfer olmaması gibi nedenlerle kariyerini daha ileri bir seviyeye götürememiştir.




ALEXANDRE PATO






Henüz 18 yaşında yetiştiği İnternacional kulübünden dünya devi Milan'a transfer olan Pato burada gösterdiği performansla milli takımın da kapısını aralar. İlk olarak 2008 olimpiyatlarında, daha sonra ise 2009 Konfederasyonlar ve 2010 Dünya Kupası'nda boy gösterip son olarak 2011 Copa America kadrosunda da yer alan Pato Brezilya için gelecek vaadeden bir futbolcuyken zaman zaman yaşadığı disiplin sorunları ve geçirdiği sakatlıklar nedeniyle 2013 yılında seviye düşercesine Milan'dan Corinthians'a transfer olur. Birçok Brezilyalı futbolcu Avrupa'da hayal kırıklığı yarattıktan sonra ülkesine bir süreliğine geri döner ve tekrar Avrupa arenasına hazır bir şekilde geri dönüş yapar. Aslında Pato'dan da beklenen tam olarak buydu ancak yaşadığı sorunlar nedeniyle bu dönüş bir türlü gerçekleşmemiş durumda. Geçtiğimiz şubat ayı Sao Paulo'ya geçiş yapan Pato şuan 24 yaşında ve milli takım için bir şeyler yapmak istiyorsa önünde hala birkaç yıl var.



FRED






2014 yılında akılda kalan en kötü performans ise şüphesiz Dünya Kupası'nda takımın santraforu olan Fred'e ait olacaktır. America MG ve Cruzeiro formaları giydikten sonra Lyon formasıyla hepimizin tanıdığı Fred 2009 yılında Fluminense formasıyla ülkesine döndü ve 5 yıldır burada futbol hayatına devam etmekte. 2006 ve 2007 yılları arasında milli takıma çağrılan Fred, Dunga'nın gelişiyle 2007 yılından sonra yerini Fabiano'ya kaptırmıştı. Dunga'nın ardından göreve gelen Menezes ve Scolari'nin sürekli tercih ettiği bir isim olan Fred, 2014 Dünya Kupası için Benfica'lı Lima ve Diego Costa ile birlikte milli takıma santrafor adayı olarak gösterildi. , Costa'nın Brezilya yerine İspanya Milli Takımı'nı seçmesi ve Scolari'nin de Lima ismine yanaşmaması sonrası kendisine kadroda yer buldu. Ancak ortaya koyduğu performans tam anlamıyla hayal kırıklığı yarattı. Basının Scolari ile birlikte en çok yüklendiği isim olan Fred'in kariyerinin son yıllarını nasıl geçireceği ise merak konusu.

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Kalecilerin Dünya Kupası



Bu yaz Dünya Kupası tam anlamıyla kontrol futbolun gösterisine sahne oldu. Başta Hollanda ve Arjantin olmak üzere ofansif oyun sistemleriyle tanıdığımız birçok takım kupa süresince beklenenden farklı olarak rakibin üstüne fazla gitmeyen, temkinli bir futbol anlayışıyla kupayı tamamladı ve bu anlayış sayesinde de başarılı oldu. Bu durum turnuvada atılacak olan gol sayısını düşürecek gibi bir izlenim yaratmış olsa da bol gollü bir kupayı geride bıraktık. Kaleciler ise bu aksiyonun baş kahramanı oldular ve kupa süresince efsaneleştiler.



Bu konuda ilk parantezi Meksikalı Guillermo Ochoa için açmak gerek. Turnuva boyunca Meksika takım olarak iyi bir performans gösterse de bunda aslan payı Ochoa'ya ait. Grup aşamasında Brezilya, Hırvatistan ve Kamerun ile karşılaşan Meksika bu maçlarda sadece Hırvatistan'dan gol yerken kaleci Ochoa özellikle Brezilya maçında yaptığı kurtarışlarla isminin devleşmesini sağladı.







Ochoa'nın parlak performansı takımını ikinci tura taşırken çeyrek final için Hollanda karşısına dikilen Meksika maçta öne geçmesine rağmen Hollanda'nın son dakika golü ve ardından gelen penaltıyla kupaya veda etmişti. Ochoa bu maçta da mucizeler yaratmaya devam etti ve dünya kupasında parlayan kalecilerin başını çekmeyi başardı.


Kosta Rika kalecisi Keylor Navas da takımına sınıf atlatan kalecilerden oldu. İtalya, İngiltere ve Uruguay ile düştükleri ölüm grubunda en zayıf halka olarak görülen Kosta Rika futbolun güzelliklerinden biri olan sürpriz faktörünü sonuna kadar gerçekleştirmiş ve gruptan lider çıkmayı başarmıştı. Sadece gruptaki ilk maçında Uruguay karşısında Cavani'den penaltı golü yiyen Navas o dakikadan itibaren adeta bir canavara dönüp İtalya ve İngiltere maçlarını gol yemeden tamamladı. Yaptığı kurtarışlarla takımına sınıf atlattıran Navas ikinci turda Yunanistan maçında son dakika golü yemesine rağmen uzatmalar sonucu gidilen penaltılarda Christodoulopoulos ve Gekas'ın penaltı atışlarını da kurtararak takımını çeyrek finale taşımakla kalmamış aynı zamanda çoğu kişinin haritada bile yerini gösteremediği Kosta Rika'nın kahramanı olmuştu. Çeyrek finalde favorilerden Hollanda karşısında da etkili kurtarışlar yapan Navas penaltılara giden maçta takım arkadaşlarının da atışlardan yararlanamaması sonucu sahadan boynu bükük ayrılsa da kupaya damga vurmayı başardı.






ABD kupanın futbol açısında en güzel örneklerinden birini sergilediği. Jurgen Klinsmann yönetiminde çehresi değişen ve London Donovan'ı kullanmayan yankiler Portekiz ve Gana'yı geride bırakarak ikinci tura yükselirken kaleci Tim Howard gösterdiği performans ile ülkede milli kahraman ilan edildi.







Portekiz maçında yaptığı kurtarışlarla kaleye duvar örmek kelimesini gerçeğe dönüştüren Howard'ın asıl ses getiren maçı ise ikinci turda 2-1 kaybederek turnuvaya veda ettikleri Belçika karşılaşması oldu. Belçika karşısında tam 16 kritik kurtarışa imza atan Tim Howard Dünya Kupaları tarihinde bir rekor kırmış oldu. Gösterdiği performans sonrası ABD başkanı Barrack Obama tarafından dahi tebrik edilen Tim Howard'ın 36 yaşında ve büyük ihtimalle son kez dünya kupasında sahne aldı.






Hollanda'da kaleciler açısından yüzü gülen ekiplerden Jasper Cillesen'in koruduğu kalede Van Gaal'in yarattığı oyun şablonununda etkisiyle pek korkulu anlar yaşamayan portakallarda asıl ses getiren olay ise Kosta Rika maçının 120. dakikasında Cillesen yerine Tim Krul'un kaleye geçmesi ve yaptığı kurtarışlarla Hollanda'yı yarı finale taşıması oldu. Van Gaal maç sonu yaptığı açıklamada bunun planlanmış bir hamle olduğunu ve bu durumdan Cillesen'e bahsetmediklerini söylemesi ise dikkat çekici bir başka nokta oldu.





























Messi, Agüero, Higuain, Di Maria gibi muhteşen hücum silahlarıyla Brezilya'ya gelen Arjantin turnuva
boyunca oynadığı kontrollü ve defansif disiplinden ödün vermeyen futbol anlayışı ve yıldızlarının hemen her maç boyunca yediği ağır markaj nedeniyle kupada hücum resitali sunmasa da özellikle grup aşamalarından sonra Sergio Romero kalede ismini parlatmayı başardı. Arjantin kalesi için zayıf bir isim olarak görülen ve grup aşamalarında pek de parlak bir performans göstermeyen Sergio Romero tıpkı Arjantin takımı gibi kupada giderek büyüdü.





Penaltılara giden Hollanda maçında önce Vlaar, sonra da Sneijder'in şutunu çıkarmayı başaran Romero takımının finale kalmasını sağladı. Finalde de 90 dakika boyunca hatasız oynayan Romero 113. dakikada Götze'nin golüyle kupayı kaybetsede Brezilya'dan bir dünya ikinciliği ve yerini sağlamlaştırdığı bir Arjantin kalesiyle ayrılmayı başardı.



























Kupada altın eldiven ödülünün sahibi olan Manuel Neuer hakkında ise söylenebilecek fazla bir söz yok. Bir önceki kupada sergilediği performans ona Bayern Münich'in kapılarını açtı ve burada dünyanın en iyi birkaç kalecisinden biri haline geldi. Kaledeki soğukkanlı duruşu ve vücut özellikleri Sepp Maier, Toni Schumacher, Bodo İllgner, Oliver Kahn, Jens Lehmann gibi mükemmel kaleciler çıkaran Alman ekolünü birebir temsil ediyor. Onun sayesinde Almanya ve Bayern Munich kalesinin uzun yıllar daha güven altında olacağını söylemek pek de yanlış sayılmaz.

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Futbolun Devrimcileri Yeniden Final Kapısında




2014 Dünya Kupası'nda çeyrek final maçları sonucunda son 4'e kalan takımlar belli oldu. Ev sahibi Brezilya, son 9 Dünya Kupasında 7 kez yarı finalin kapısını aralayan Almanya, 24 yıldır kupada derece elde edemeyen Arjantin ve kupayı 3 kez finalde kaybedip bu konuda Almanya'dan sonraki ''en'' olan Hollanda kupanın bir ucundan tutmak için birbirleriyle yarışacak. Şu ana kadar turnuvada aldıkları yol göz önüne alındığında en büyük favori olarak gösterilen son finalist Hollanda kupa tarihinin en şanssız takımlarından biri olarak dikkat çekiyor.



1974'da tam 36 yıl sonra turnuvaya katılmayı başaran Hollanda, teknik direktör Rinus Michels ve sahada Cruyff önderliğindeki futbolcularıyla hiç beklenmedik bir şekilde turnuvaya damga vurmakla kalmıyor aynı zamanda tüm dünyayı Total Futbol devrimiyle tanıştırıyorlardı. Topu sürekli dolaştırmaya ve sürekli hücum etmeye dayalı olan bu felsefe o tarihten sonra Ajax, Barcelona ve Hollanda Milli Takımı'nın futbol karakterinin değişmez unsuru oluyordu.




Kadrosunda Johann Cruyff, Johann Neeskens, Piet Kaizer, Arie Haan, Rob Rensenbrink, Johhny Rep gibi futbolcuları bulunduran Portakallar turnuvaya 2-0'lık Uruguay galibiyetiyle başlıyor, sonrasında 0-0 biten İsveç maçının ardından Bulgaristan'ı 4-1 mağlup ederek grubu lider tamamlamayı başarıyordu. O zamanki turnuva formatına göre ikinci tur yerine birer grup aşaması daha oluşturuluyor ve gruplarını lider bitiren iki takım finalde karşı karşıya geliyordu. Son şampiyon Brezilya, Arjantin ve Doğu Almanya ile aynı gruba düşen Hollanda yakaladığı mükemmel ritmi devam ettiriyor ve Arjantin'i 4-0, Doğu Almanya ile Brezilya'yı ise 2-0'lık skorlarla geçerek finalde turnuvanın ev sahibi Batı Almanya'nın rakibi oluyorlardı.




Cruyff ve Beckenbauer final maçı öncesi para atışı sırasında







Maçın henüz 1. dakikasında Berti Vogts'un Cruyff'u düşürmesiyle kazanılan penaltı gole çevrilse de kadrosunda Beckenbauer, Breitner, Müller, Overath, Vogts, Maier gibi yıldızları bulunduran ev sahibinin de pes etmeye niyeti yoktur. Dakikalar ilerleyip Cruyff'un da oyundan düştüğü sırada Almanlar önce Breitner'in penaltıdan attığı golle skoru eşitlerken ilk yarının son dakikalarında Gerd Müller'in golüyle öne geçiyordu. Maç bu skorla sona ererken Hollanda tarihin en güzel kaybedeni olarak tüm dünyanın sevgisini kazanıyordu.






Cruyff kendisini marke eden Berti Vogts ile mücadele halinde



1978 yılında Arjantin'de düzenlenen Dünya Kupası'na da katılmayı başaran Hollanda'da bu sefer teknik direktör Rinus Michels ve onun sahadaki eli ayağı olan Johann Cruyff turnuvaya giden takımda yer almamaktadır. Takımı bir başka efsane teknik adam Ernst Happel yönetirken saha içi liderliği ise Neeskens ve Rensenbrink üstlenecekti.
Gruplardaki ilk maçında İran'ı 3-0 mağlup eden Portakallar daha sonra Peru ile golsüz berabere kalıp İskoçya'ya 3-2 kaybetseler de bir üst tura yükselme şansını elde ederler. İkinci gruplarda ise Avusturya'yı 5-1, İtalya'yı 2-1 mağlup edip son şampiyon Almanya ile 2-2 berabere kalarak finalde ev sahibi Arjantin'in rakibi olurlar.
Kadrosunda Kempes, Ardiles, Luque, Pasarella, Houseman gibi yetenekli oyuncuları bulunduran Arjantin'de o yıllarda ülkenin başında olan cuntacı rejim turnuvaya da damgasını vurmuştu. Finalde Arjantin'in karşısına çıkan Hollandalı futbolcular maç öncesi seromonide cuntacıları selamlamayarak tarihe geçen bir harekette bulunurlar.
Maça ise hızlı başlayan taraf Arjantinliler olur 37 dakikada Kempes'le öne geçen Arjantin'e yanıt 82. dakikada Nanninga'dan gelse de uzatmalarda Kempes bir kez daha takımını öne geçirmeyi başarır. Uzatmaların son dakikalarında ise Daniel Bertoni skoru 3-1 getiren golü atar ve Hollandalılar bir kez daha finalden eli boş ayrılır.


Hollanda üst üste çıktığı ikinci finalden de eli boş ayrıldı



1978 tarihinden itibaren düşüşe geçen Hollanda futbolu 80'li yılların sonlarına doğru tekrar yükselişe geçer. 1988 yılında Gullit - Rijkaard - Van Basten üçlüsünün başını çektiği Hollanda Rinus Michels'in yönetiminde Avrupa Şampiyonu oluyordu. Portakallar için asıl hedef ise yakaladıkları bu yeni jenerasyonla 1990'da İtalya'da yapılacak kupaya uzanmaktı. Leo Beenhaker yönetiminde Gullit, Rijkaard, Van Basten, Koeman gibi yıldızlarla turnuvaya katılan Hollanda grupta İngiltere, Mısır ve İrlanda ile berabere kalmasına rağmen üçüncüler arasındaki puanlama sistemi sayesinde bir üst tura adını yazdırsa da bir sonraki turda ezeli rakipleri Almanlara Klinsmann ve Brehme'nin golleriyle boyun eğmek zorunda kalıyorlardı.


İtalya 1990'da Rijkaard gerginlik yaşadığı Rudi Völler'e tükürürken




1998 yılında ise 1995 yılındaki Ajax jenerasyonundan beslenen Guust Hiddink yönetimindeki Portakallar Belçika ve Meksika ile berabere kalıp G.Kore'yi 5-0 mağlup ediyor, bir üst turda Yugoslavya'yı ve çeyrek finalde de Arjantin'i 2-1'lik skorlarla eleyerek 20 yıl sonra yarı finale yükseliyorlardı. Yarı finalde Brezilya ile karşılaşan Portakallar normal süresi 1-1 sona eren mücadelenin penaltı atışlarında Brezilya'ya boyun eğiyordu. Dört gün sonra yapılan üçüncülük maçı ise Hırvatistan'a karşı 2-1 kaybedilse de uzun yıllar sonra Dünya Kupasında ilk dörde girmeyi başarmışlardı.




2002 Dünya Kupasına katılmayı başaramayan Hollanda, 2006'da ise ikinci turda Portekiz'e elenerek kayde değer bir başarı elde edemezken 2010 Dünya Kupasına Bert Van Marwijk yönetiminde katılıyordu. Robben, Sneijder, Van Persie, Huntelaar gibi oyunculardan oluşan zengin hücum hattıyla Danimarka, Kamerun ve Japonya'nın bulunduğu grubu 3'te 3 yaparak tamamlayan Portakallar, ikinci turda Slovakya'yı 2-1'le geçerken çeyrek finalde favorilerden Brezilya'yı geriye düştüğü maçta 2-1 mağlup ederek 1998'in intikamını alıyordu. Yarı finalde ise Uruguay'ı 3-2 mağlup eden Hollanda tam 32 yıl aradan sonra Dünya Kupası'nda finale kalıyordu. Turnuvanın favorisi İspanya'nın karşısına Soccer City'de 90 bine yakın seyircinin önünde çıkan Portakallar normal süresi 0-0 sona eren karşılaşmanın uzatmalarında Robben'in kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyondan yararlanamazken John Heitinga ikinci sarı kartıyla oyun dışı kalıyor, 9 dakika sonra ise İspanyollar İniesta'nın golüyle tarihlerindeki ilk dünya şampiyonluğuna uzanırken Hollanda bir kez daha finalden gözü yaşlı ayrılan taraf oluyordu.



Robben kaçırdığı golle umutları 4 yıl sonrasına ertelerken



2012 Avrupa Şampiyonası sonrası Louis Van Gaal'i göreve getiren Hollanda gruplarda ilk olarak son şampiyon İspanya'yı 5-1'le bozguna uğratırken ardından Avustralya ve Şili'yi mağlup etti. İkinci turda ise Meksikayı çok zorlandıkları maçta son dakikalarda Sneijder ve Huntelaar'ın golleriyle mağlup ederken çeyrek finalde kupanın sürpriz takımı Kosta Rika'yı penaltılarda yine zorlanarak geçebildiler. Yarı finalde ise bir başka ezeli rakipleri olan Arjantin karşısına çıkacak olan Portakallar kazanması halinde kupanın bir ucundan tutarak Almanya ya da ev sahibi Brezilya'nın karşısına dikilecek.




27 Haziran 2014 Cuma

Şaka Kupası Part II



Brezilya'da herkesin şaşkınlıkla izlediği bir Dünya Kupası sahne almaya devam etmekte. Her Dünya Kupası beklenenlerin gerçekleştiği veya sürprizlerin yaşandığı anlara sahne olmaktadır. Kimi zaman hüzünlü anlar, kimi zamanlarsa yaşanan sıra dışı görüntüler bu kupanın efsanesini her defasında daha da büyütmekte. Dünya Kupası'nı bu kadar güzel hale getiren unsurlardan biri de hiç kuşku yok ki sürprizlerdir. Brezilya'da grup aşamalarının geride kaldığı turnuvada İspanya, İngiltere, İtalya, Portekiz gibi favori olarak gösterilebilecek ülkeler henüz ilk etapta safdışı kaldılar. Son şampiyon İspanya, Prandelli'nin çehresini değiştirdiği İtalya, Hodgson yönetiminde temiz bir sayfa açan İngiltere ve Ronaldo'nun dışında çok etkili bir defans hattına da sahip olan Portekiz... Bu ülkelerin hepsi de kendilerinden en azından yarı final oynanması beklenen ülkeler. Takıldıkları gruplara göz attığımızda kendilerinin yerine gruptan çıkan ekiplerin Şili, Uruguay, Kosta Rika, ABD gibi kendilerine oranla daha küçük futbol ülkeleri  olması ne denli büyük bir sürprizin yaşandığının göstergesi. Şili ve Uruguay'ın altın jenerasyonlarından birisiyle kupaya geldiğini düşünürsek ve ABD'nin de eskisine oranla daha iyi bir futbol ülkesi olduğunu varsayarsak en büyük sürprizi Kosta Rika'nın yaptığını görüyoruz. İtalya, İngiltere ve Uruguay'ın bulunduğu gruptan lider olarak çıkmaları şüphesiz tüm futbolseverleri şaşırttı. İkinci tura çıkan bir diğer sürpriz takım olan Yunanistan'ın 2. turda Kosta Rika ile eşleştiğini göz önüne alırsak bu takımlardan en az birinin çeyrek finalde boy göstereceğini görebiliyoruz. Elbette çoğu dünya kupasında bu tip sürprizler yaşandı. Kupaya her defasında renk katan bu duruma yakın tarihte bir çok örnek verilebilir. 1990'da Kamerun'un oynadığı çeyrek final, 1994'de İsveç ve Bulgaristan'ın, 1998'de ise Hırvatistan'ın oynadığı yarı finaller futbolun sürprizlerle ne kadar daha güzel olabileceğinin kanıtı.

Fakat sürprizlerin sık sık yaşandığı, açılışından itibaren herkesin tahminlerini boşa çıkartan en zevkli kupa bizlerin gönlünde şüphesiz 2002 Dünya Kupası'dır. Şimdi 12 yıl geriye gidip sadece Türk Milli Takımı'nın başarılarından dolayı değil, kupaya katılan birçok 3. dünya ülkesinin favorileri devirmesiyle mükemmel bir hale gelen bu turnuvaya nostaljik yolculuk yapıyoruz.


Son Dünya ve Avrupa şampiyonu apoletleriyle 2002 yılında Seul'e ayak basan Fransız milli takımını Zidane'ın sakatlanarak kadrodan çıkartılması dışında Senegal mağlubiyetinin de beklediğini söyleseler çoğu futbolsever buna inanmazdı. Senegal tarihinde ilk defa katıldığı Dünya Kupası'nın açılış maçını son şampiyon Fransa karşısında oynuyordu. 60.000'den fazla seyircinin önünde çıktıkları maçta 30. dakikada Bouba Diop'un attığı golle öne geçen Senegal maçın kalan kısmında Fransızlara geçit vermiyor ve Asya'da ilk defa yapılan kupa büyük bir sürprize sahne olarak başlıyordu.


Bouba Diop'un golü sürprizlerin habercisiydi



Fransa Milli Takımı'nı ise bundan daha zor günler bekliyordu. Zidane'ın turnuvayı kapatmasıyla planları da altüst olan Horozlar gruptaki ikinci maçlarında Uruguay ile 0-0 berabere kalırken son maçlarında grupta iyi bir performans gösteren Danimarka'ya Rommedahl ve Tomasson'un golleriyle 2-0 yeniliyor ve turnuvaya grup aşamasında veda ediyordu(2002, 2006, 2010 ve 2014 Dünya Kupalarında son şampiyonlardan sadece Brezilya'nın gruptan çıkabilmesi ilginç bir ayrıntı olarak göze çarpıyor).


İspanya , Paraguay, Slovenya ve G.Afrika'nın bulunduğu B grubu ile Milli takımımızında mücadele ettiği Brezilya'lı, Kosta Rika'lı, Çin'li C grubunda çok büyük sürprizler yaşanmıyor Brezilya, Türkiye, İspanya ve Paraguay ikinci tur biletlerini alıyorlardı. Türkiye'nin Brezilya karşısında gösterdiği dirençli oyun ve hakemi Kim Young Joo'nun rezalet yönetimi en dikkat çekici olaylardı.


D Grubuna gelindiğinde ise futbolseverleri bir sürpriz daha bekliyordu. Gruptaki Portekiz, ABD, G.Kore ve Polonya'nın güç dengeleri göz alındığında Portekiz ve Polonya'nın gruptan çıkması bekleniyordu. Ancak Figo'lu, Rui Costa'lı, Nuno Gomes'li Portekiz önce ABD ile oynadığı maçı 3-2 kaybediyor, sonrasında ise G. Kore'ye 1-0 mağlup olarak turnuvaya veda ediyordu. Polonya'da benzer bir kader yaşıyor önce Kore'ye 2-0 sonra da Portekiz'e 4-0 mağlup olarak evine dönüyordu.




Figo''da ''Şaka Kupası'' mağdurlarından



F Grubunda ise herkes Arjantin ve İngiltere'nin grubu Nijerya ve İsveç'in önünde bitirip üst tura yükseleceğini düşünüyordu. hem İngilizler hem de Tangocular turnuvaya çok güçlü ekiplerle gelmişlerdi. İngilizler turnuvaya İsveç beraberliğiyle başlarken Arjantin Nijerya'yı tek golle geçiyordu. İkinci maçta ise Arjantin İngilizlere Beckham'ın penaltı golüyle boyun eğerek şansını son maça bırakıyordu. Son maçta İsveç karşısında Svensson'un müthiş frikik golüyle geriye düştüler ve cevap verebilme şansını ancak 88'de Crespo ile yakalasalar da maçın berabere sonuçlanması İsveç'in işine yarıyor, Tangocular ise evin yolunu tutmak zorunda kalıyordu.



Batistuta İsveç karşılaşması sonrasında gözyaşlarına hakim olamıyor




Grup aşamaları geride kalırken son bir sürpriz de G Grubu'nda gerçekleşiyor ve 1998'de turnuvayı 3. bitiren Hırvatistan, tur biletini Meksika ve İtalya'ya kaptırıyordu. Gruptan Meksika birinci çıkarken Hırvatlar son maçlarında elenmiş olan Ekvador'a mağlup olmasaydı daha büyük bir sürpriz gerçekleşecek ve ilk aşamada turnuvaya veda eden İtalyanlar olacaktı. İkinci turda Almanya - Paraguay'ı tek golle geçerken, İngilizler Danimarka'yı, Amerikalılar Meksika'yı, İspanyollar İrlanda'yı, Brezilya ise Belçika'yı evine yolluyordu. Milli takımımızda Japonya'yı Ümit Davala'nın kafa golüyle safdışı bırakırken turnuvanın sürpriz ekiplerinden Senegal, Arjantin ve İngiltere'ye kök söktüren İsveç'i altın golle Viking diyarına yollarken bu olay sürprizlerin küçüğü olarak kalıyor, Güney Kore İtalya'yı normal süresi 1-1 biten maçta Ahn'ın kafayla attığı altın gol sonucu evine yolluyordu. Bu olay 2000 yılında Avrupa Şampiyonasını öne geçtiği maçta Fransızlara kaybeden İtalyanlar için yeni bir yıkım yaratıyordu ki olayın faturası golü atan Ahn'a kesiliyordu. Birçok çevrenin iddaasına göre Ahn'ın o zaman forma giydiği İtalyan kulübü Perugia bu gol nedeniyle oyuncunun sözleşmesini feshetmişti.



Ahn Jung kendisini işsiz bırakan altın golü atarken



Bu sonuçlarla Almanya, ABD, İspanya, Güney Kore, İngiltere, Brezilya, Senegal ve Türkiye çeyrek finale yükselmiş oluyordu. İlgi çeken bir nokta ise kupada çeyrek finale kadar ilerlemeleri sürpriz olarak görülen Türkiye ve Senegal'den birinin en az yarı final oynayacak olmasıydı. Ancak sıradışı olarak nitelendirilebilecek tek olay bu olmayacaktı. Guus Hiddink'in sürpriz üstüne sürpriz yaratan takımı Güney Kore, kupanın en büyük favorilerinden biri olan ve yoluna kayıpsız devam eden İspanya'nın karşısına çıkıyor ve normal süresi 0-0 sona eren karşılaşmanın penaltı vuruşlarında Boğalar'ı evine yolluyordu. Tarihte ilk kez bir Asya kıtası takımı Dünya Kupası'nda yarı finale yükseliyordu. Üstelik bunu yaparken Portekiz, İtalya, İspanya gibi devleri dize getirmeyi başarıyorlardı.

Çeyrek finalin diğer maçında Türkiye, Senegal'i İlhan Mansız'ın altın golüyle safdışı bırakıyor ve tarihimizin şu ana kadar ki en büyük başarısına imza atıyordu. Elbette Güney Kore kadar zorlu bir yoldan geçmese de kendi içinde kaynayan bir kazan olan Türk Milli Takımı teknik direktör Şenol Güneş'in kıyafetinden yapılan saç traşlarına, grup aşamalarından itibaren oyuncu seçimlerinden taktik eleştirilerine kadar birçok konuda medya tarafından yerden yere vurulmuştu. Tüm bunlara rağmen takım yarı finale yükseliyor ve bu şaka kupasındaki bir peri masalında da bizlerin imzası yer alıyordu.


İlhan Mansız'ın bu golü Dünya Kupası tarihinde atılan son altın gol olma özelliği de taşımakta


Yarı finale gelindiğinde Güney Kore - Almanya ve Türkiye - Brezilya maçları finale kalan takımları belirleyecekti. Rudi Völler yönetimindeki Alman Milli Takımı Seul'de 60.000 kişinin önünde çıktığı Güney Kore maçında ''Artık yeter bu kadar'' dercesine 75. dakikada finallerin kaybeden adamı Ballack'ın golüyle Güney Kore'nin masalına son verirken bundan bir gün sonra Türk Milli Takımı da Ronaldo'nun ''Pis Burun'' golüyle rüyadan uyanıyordu ancak yaşanan mükemmel anlar ve o yaz futboldan alınan zevk hala her büyük turnuvanın başında bizler tarafından nostalji kokan sözcüklerle anılmakta. Üçüncülük maçında karşılaşan Türkiye ve Güney Kore arasındaki maç Milli Türkiye'nin 3-2'lik üstünlüğüyle sona ererken maç sonu oluşan kardeşlik görüntüleri sanıyorum ki Dünya Kupası'nda daha önce yaşanmamış anlara bir örnek oluşturuyor. Şenol Güneş, Ümit Davala, İlhan Mansız ve Hasan Şaş Asya halklarının sevgili olurken Türkiye ve Güney Kore ilişkileri bu maç vesilesiyle oldukça güzel bir boyuta taşındı.


30 Haziran günü oynanan final maçında ise Brezilya, Almanya'yı kupanın en büyük fenomenlerinden biri olan  Ronaldo'nun iki golüyle avlayarak perdeyi kapatıyordu. Brezilya'nın turnuvadaki Cafu, Emerson, Denilson, R.Carlos, Ronaldinho, Ronaldo, Rivaldo gibi yıldızlardan oluşan kadrosuna bakıldığında turnuvayı namağlup şampiyon olarak tamamlaması ise bu Şaka Kupasındaki tek tezat ürünü olarak göze çarpıyor.



Sürprizler sadece Avrupalıları bağlar !! 




2014 Dünya Kupası ise şuana kadar birçok şekliyle 2002'deki turnuvayı andırıyor. Bu benzerliğin ne derece olduğunu hep birlikte önümüzdeki turlarda net bir şekilde göreceğiz.