30 Nisan 2014 Çarşamba

Maden İşçiliğinden Real Madrid'e: Raymond Kopa




Fransa ve oyun kurucu denildiğinde akla iki isim gelir: Zinedine Zidane ve Michel Platini... Platini, Fransızların uluslararası arenadaki ilk kupasını 1984'de Avrupa Şampiyonası'nda ülkesine kazandırdığında aynı zamanda Juventus ile İtalya'nın tozunu atıp Ballon d'Or ödülüne de ambargo koyuyordu. Zidane ise Fransa'ya Dünya ve Avrupa kupalarını getirmiş, Real Madrid ile Şampiyonlar Ligi zaferini yaşamış, hem kulüp hem de milli takım bazında hemen hemen kazanılabilecek her şeyi kazanmış bir futbol ilahı.

Ancak Fransızlar playmaker kavramıyla bu iki oyuncudan çok daha önce, 1950'li yılların başında tanışmıştır. Asıl adı Raymond Kopaszewski olan, 1. Dünya Savaşı sırasında Polonya'dan Fransa'ya göçmüş kısa boylu, güçlü ve üstün yetenekli bu genç Fransa'nın futbol tarihine damga vuracak ilk isimlerin başında gelecekti.


Ailesi göçmen olan genç Kopa, babası ve dedesi gibi madende çalışıyor kalan zamanlarını ise futbol oynayarak geçiriyordu. Küçük yaşlarda farkedilen yeteneği sayesinde kendisinden yaşça büyük kişilerle rahatlıkla oynayabiliyordu Kopa. 10 yaşına geldiğinde US Noeux adlı kulübün altyapısında oynamaya başlayan Kopa, 1947'de madende çalışırken kaza geçirmiş ve bir parmağını kaybetmişti. Henüz 16 yaşındayken yaşadığı bu kaza sonucunda madende çalışmayı bırakmış ve tüm ağırlığını futbola vermiştir.

Kazanın ardından 1949 yılında Angers ve Reims Kopa'ya talip olur ve 9.000 frank transfer ücreti karşılığında Kopa Angers'ın yolunu tutar. Bu kulüpte iki yıl geçiren Kopa 60'dan fazla maça çıkmış ve 15 gol atmıştı. Oyun içinde yaptıkları ve arkadaşlarını yönlendirmesi ise ondaki futbol becerisini gözler önüne seriyordu.

1951'de Albert Batteux'un çalıştırdığı Stade de Reims takımına yüksek bir ücret karşılığında transfer olan Kopa burada vites arttırmış kısa bir süre sonra da Pierre Pibarot'un çalıştırdığı Fransa Milli Takımı'nın kapısını aralamıştır. 1953 yılında ve 1955 yıllarında Reims formasıyla Fransa şampiyonluğu da yaşayan, 1954 yılında İsviçre'de düzenlenen Dünya Kupası'nda da forma giyen Kopaszewski gösterdiği performansla turnuvanın en iyi genç oyuncusu seçilir. 1955-1956 sezonu ise Kopa'nın kariyerindeki dönüm noktalarından biri olacaktır. Bir önceki yıl Fransa ligini kazanan Stade de Reims gösterdiği üstün performansla Şampiyonlar Ligi'nde finale kadar yükselir. Rakipleri ise Alfredo Di Stefano'nun önderliğindeki Real Madrid olur. Maçı 4-3 kazanan Real Madrid genç Raymond'u da kadrosuna katar. L'equipe gazetesinde yayınlanan karikatürdeki gibi Real hem kupayı hem Kopa'yı alır.

Raymond Kopa ve Di Stefano başkan Santiago Bernabeu ile birlikte


Real Madrid'de geçirdiği yıllar ona kendisi gibi büyük yıldızlarla çalışma imkanını doğurmuştur. Forma giydiği dönemlerde Di Stefano, Didi, Puskas, Francisco Gento, Hector Rial ve Jose Santamaria gibi yıldızlarla aynı kadroda bulunma şansına sahip olur.

Raymond Kopa - Di Stefano - Ferenc Puskas


Bir sonraki yıl, yani 1956-57 sezonunda ise Şampiyonlar Ligi finalinde Fiorentina mağlup edilir ve Raymond Kopa Avrupanın en büyük kupasını ellerinin arasına alır. Aynı sezon İspanya şampiyonluğunu da tadar.


Di Stefano ile birlikte Şampiyon Kulüpler Kupası'yla tur atarken



1957-58 sezonunda bir kez daha Şampiyonlar Ligi finali oynarlar. Juan Schiaffino'lu Milan'ı uzatmalarda Gento'nun golüyle geçer ve bir kez daha Avrupa'nın en büyüğü olurlar. Aynı yıl İspanya şampiyonluğu bir kez daha kazanılır. Kopa ayrıca o sezon 3. kez verilen Ballon d'Or ödülünü kazanır. Tarihte Ballon d'Or kazanan ilk Fransız futbolcu olarak da tarihe geçer.


Raymond Kopa, Ballon d'Or kazanan ilk Fransız oyuncudur


1958'de Dünya Kupası için kendisini Reims'e transfer eden Albert Batteux'un çalıştırdığı Fransa Milli takımıyla birlikte İsveç'in yolunu tutan Kopa,  takım arkadaşları Just Fontaine ve Maryan Wisnieski ile birlikte turnuvaya damga vururlar. 13 golle kupanın gol kralı olan Fontaine'in arkasında onu besleyen oyun kurucu olarak görev yapan Kopa oynadığı futbolla turnuvanın en iyi oyuncusu seçilir(1954'de Dünya Kupasının en iyi genç oyuncusu seçilen Kopa, 1958'de ise en iyi oyuncu seçilerek bu ödülleri üst üste alan tarihteki tek oyuncu olur). ancak Fransa yarı finalde Pele'nin önderliğindeki Brezilya'ya direnememiş ve turnuvayı Batı Almanya'yı yenerek 3. tamamlar.



1958-59 Kopa'nın Real Madrid'de geçirdiği son sezon olur. Kopa Fransa'yı ve ailesini özlediği için Real Madrid'in uzatmak istediği sözleşmeyi reddeder. Şampiyonlar Ligi'nde bir kez daha final oynayan Real Madrid'in rakibi ise Kopa'nın eski takımı Stade de Reims'den başkası değildir. Enrique Mateos ve Di Stefano'nun golleriyle maçı 2-0 kazanan Real Madrid'de Raymond Kopa takımına şampiyon olarak veda eder ve eski takımı Reims'in yolunu tutar. Kopa 28 yaşında Reims'e dönerken arkasında 80'den fazla maç ve 28 gollük bir Madrid serüveni bırakır. Kopa burada Just Fontaine ile iyi bir ikili oluşturup Reims'e 1960 ve 1962 yıllarında Fransa şampiyonluğunu tattırır. Ancak Reims yavaş yavaş eski günlerinden uzaklaşmaya başlar ve sonraki sezonlarda yaşadığı düşüşün etkisiyle küme düşer. Raymond Kopa takımıyla mücadeleye devam kararı alır ve kulübü yeniden 1. lige çıkarır. Fakat bu çıkışın devamı gelmez. Takım 1966-67 sezonunda tekrar küme düşerken Raymond Kopa'da futbolu bırakma kararı alır. Kariyerinden geriye 550'den fazla maç, 100'ün üzerinde gol ve yazılmış onlarca destan kalır. Tam 10 yıl Fransa Milli Takımı'nda da görev yapan Kopa 45 kez giydiği milli formayla 16 gol atar.

1958 Dünya Kupası'nda takım arkadaşı Roger Piantoni ile birlikte

Aslen Polonya'lı olan Raymond Kopa'nın Fransa Milli Takımını seçmesi kimi çevrelerce yadırganmıştır. Fransa'daki birçok göçmen çocuğu gibi o da yaşadığı ülkenin takımı seçmiştir. Polonya futbolu ise ancak Lato ve Boniek ile adını duyurabilme fırsatı bulmuştur.

Kopa birçok açıdan Fransa futbolu için milat olmuştur. Ballon d'or ve Dünya Kupası'nda aldığı ödüller onu uluslararası arenada ödül almış ilk Fransız oyuncu yapar. Real Madrid'de Di Stefano ve Puskas'la, milli takımda ise Fontaine ile kurduğu ortaklıklar binlerce futbolseverin gönlünde taht kurmuş ve bir futbol efsanesi olarak adının sonsuza dek anılacak olmasını sağlamıştır.




28 Nisan 2014 Pazartesi

Kocaelispor'un Vedası

Türkiye'nin en köklü, mazisi başarılarla dolu kulüplerinden biri olan Kocaelispor bulunduğumuz ay içerisinde İstanbulspor'a 1-0 mağlup olmuş ve tarihinde ilk kez düştüğü 3. ligde de tutunamayarak amatör ligin yolunu tutmuştu. Geçtiğimiz yıl da kümede kalmakta zorlanan Kocaelispor, bu sezon direnemedi ve birikmiş onca mazi ile birlikte körfezin karanlık sularına gömüldü. Bu noktada tüm futbolseverlerde bir hüzün söz konusu. Fakat Kocaelispor'un cefakar taraftar grubu Hodri Meydan takımı amatör lige meşaleler eşliğinde 90 dakika bağırarak uğurladı. Takımın iç sahada Yimpaş Yozgatspor ile oynayacağı son profesyonel statülü maça tüm taraftarlar akın etti. Y.Yozgatspor'un 3-2 üstünlüğüyle biten maç sonucu futbola özgü o duygusal anlardan biri daha yaşandı.


Yıkılması gündemde olan İsmetpaşa Stadı'nda taraftar takımı bağrına bastı

1993, 1996, 1999 ve 2000 yıllarında elde ettikleri derecelerle Türkiye'yi İntertoto Kupası'nda temsil eden Yeşil-Siyahlılar 1996-97 sezonunda Avrupa Kupa Galipleri Kupası'nda mücadele etmiş, 2002 yılında ise UEFA Kupası'nda ülkemizi temsil etmişti.


1996-1997 sezonu Kocaelispor - Lokomotiv Moskova maç afişi


18 maçlık Avrupa tarihinde Kocaelispor, 5 galibiyet 5 beraberlik ve 8 de mağlubiyet almıştır.


Kocaelispor 1993 yılında Luis Figo'lu Sporting Lizbon'u dize getirmişti

1996-1997 ve 2001-2002 sezonlarında Türkiye Kupası'nı müzesine koyan Kocaelispor o yıllarda Türkiye'nin 5. büyük takımı olma yolunda hızla ilerlerken yaşadığı ekonomik düşüş sonucu gücünü kaybederek hızla aşağı liglere doğru yol aldı. Bugünlerde transfer yasağı ve stadının yıkılması gibi sorunlarla da boğuşan Kocaelispor 2014-2015 sezonunda Bölgesel Amatör Lig'de mücadele edecek.


Kocaelispor taraftarları İsmetpaşa Stadı'nın yıkılacak olmasına tepkili

Belediye destekli ve dev sermayelerin desteklediği kulüpler Türk futbolunda giderek daha çok yer bulurken taraftarları ve tarihleriyle iz bırakan Kocaelispor, Malatyaspor, Diyarbakırspor, Zonguldakspor, Gebzespor ve İstanbul'un yıllanmış semt takımları olan Vefa, Feriköy, Beykoz, Zeytinburnu gibi futbol mirasları amatör liglerde var olma mücadelesi veriyor. Üstelik bu kötü durum bu takımlarla sınırlı kalacak gibi gözükmüyor. Sakaryaspor, Altay, Eyüpspor gibi köklü tarihlere sahip kulüplerde yaşadıkları düşüşün etkisiyle her geçen gün kötü sona yaklaşıyor.





27 Nisan 2014 Pazar

Liverpool ve Yıkılan Hayaller

Cefakar kaptan gemiyi Anfield sularında kayalıklara oturttu



Hepimizin bildiği üzere Liverpool bu yıl alışılmışın dışında bir form grafiği çizerek ''öğrenilmiş çaresizlik'' sendromunu üzerinden attığını ispatlamaya başladı. Rafael Benitez'in gidişinden sonra Roy Hodgson ve Kenny Dalglish dönemleri de çöküşü durduramayınca tarihini ayıkladığımızdan sıradan bir orta sıra takımından farkı kalmıyordu Liverpool'un. Brendan Rogers'ın gelişi ve yeni yapılanmanın getirdiği olumlu hava bir anda kulüpte uzun zamandır esmeyen bahar rüzgarlarını canlandırdı. Suarez, Sturridge, Sterling ve Coutinho'dan oluşan hücum hattı Gerrard'ın orkestra şefliğinde 24 yıllık şampiyonluk hasretini sonlandırmaya çok yakındı. Kenny Dalglish, Ian Rush ve diğer efsaneler bu tarihe geçebilecek an için tribündeki yerlerini almıştı. Puan tablosuna bakıldığında şampiyonluk yolundaki en önemli rakip konumunda bulunan Manchester City'i mağlup ettikten sonra artık herkes güneşin yeniden Anfield'a doğacağından emindi. Fakat karşıda kulübün kapısına çökmeyi bekleyen kara bir bulut bekliyordu: Mourinho...

Bu yıl Şampiyonlar Ligi'nde uyguladığı katı defans sistemi nedeniyle çoğu futbolseverin antipatisini kazanan Chelsea Atlethico Madrid ile deplasmanda 0-0 berabere kaldıktan sonra benzer bir sürprizi Liverpool'a da yapmak için hazırdı. Liverpool cephesi ise Chelsea'nin kabaran eksik oyuncular listesinin de etkisiyle galibiyete inanmış bir şekile sahaya çıkmıştı. Liverpool sezonun genelinde kullandığı taktik dizilişten ödün vermedi. Kalede Mignolet'in önünde Glen Johnson, Sakho, Skrtel ve Flanagan'dan oluşan defans dörtlüsü yerini aldı. Gerrard ve Leiva ikilisinin önüne ise Coutinho, Joe Allen, Sterling ve Suarez geçti. Chelsea ise Mourinho'nun sonuca odaklı pragmatistik dizilişini bu maçta da ustalıkla kullandı. Hafta içi oynanan Athletico Madrid maçında da benzer bir diziliş kullanan Chelsea topa az sahip olmasına rağmen oynadığı katı defansif futbolla Atletico hücumlarını rahatça kırmış ve rövanş için avantajlı sayılabilecek bir skor elde etmişti.

Chelsea ilk devre 11'i

Maça hızlı başlayan Liverpool, Suarez önderliğinde hızlı çıkıyor Sterling ve Coutinho'nun da desteğiyle Chelsea kalesini abluka altına alıyordu. Ancak Mourinho kilit maçlara her zaman takımını hazırlamayı başarmış bir teknik direktör. ''Kale önüne çift katlı otobüs çekme'' taktiğini sıkı bir şekilde uygulayan Mou arkada Cole, Kalas, İvanovic ve Azpilicueta'dan oluşan defans dörtlüsünün hemen önüne Schürrle, Matic, Obi Mikel ve Salah'ı koymuş en önde ise Demba Ba'yı yalnız bırakmıştı. Schürrle ve Salah'ın sprint özellikleriyle ani kontratak şanslarını değerlendirmeye çalışan maviler topu ileriye taşıyıp Demba Ba sayesinde de rakip yarı sahada pozisyon aramaya çalıştı. Demba Ba bu pozisyonlarda gücü ve kalıbını kullanıp topu ileride başarılı bir şekilde tutarak takım arkadaşlarının da kendisini desteklemesine yardımcı oldu.


İlk yarı bu şekilde bitecek derken belki de sezonun en dramatik hadisesi uzatma dakikalarında meydana geldi. Topu geriden alan Steven Gerrard bir anda topu ayağından açtıktan sonra Demba Ba'nın baskısına uğrayıp dengesini kaybetti. Topu kapan Demba Ba hızla ilerleyerek Mignolet'in yanından topu ağlara gönderdi.

Tarihi maçın kırılma anı



Soyunma odasına bu skorla inen Liverpool ikinci yarıya da aynı 11'le başladı. Mourinho ise uygulatmakta başarılı olduğu defans taktiğinden vazgeçmedi. 4'lü defansın hemen önüne dizilen orta saha oyuncuları, Suarez'in defans hattı içerisinde kaybolmasını sağlıyordu. Örülen bu duvarın içinde yapılan duvar pasları da hüsranla sonuçlanırken fizik olarak Chelsea'den çok daha zayıf ve kısa oyunculardan kurulu Liverpool hava toplarından da yararlanamıyordu. Glenn Johnson'un sağdan yaptığı bindirmeler her defansında savunmaya takılırken zaman zaman Gerard son çare olarak uzaktan şutlarla kaleyi yokladı ancak 41 yaşındaki Avustralyalı file bekçisi Schwarzer'in bu şutlarda pek fazla zorlandığı söylenemez.

Mourinho'nun saha kenarındaki defans anlayışı Gerrard'ı küplere bindirdi


Dakikalar 58'i gösterdiğinde Lucas Leiva'nın yerine Daniel Sturridge'yi oyuna alarak biraz daha atak bir görüntü sergilemeye çalışan Rogers, yavaş yavaş risk almaya başlamış oyuncularının birbirine daha yakın olmasını ve açılan boşluklara da bek oyuncularının bindirme yapmasını amaçlamıştı. Mourinho ise dakika 60'da Salah yerine oyuna Willian'ı alırken 77'de Schürrle'yi oyundan çıkarıp yerine Garry Cahill'ı dahil ederek defansif önlemi daha da arttırdı. Bu dakikalarda Liverpool rakip yarı sahaya kadar geliyor ancak tüm hücum oyuncuları Chelsea defansı tarafından neredeyse sahadan siliniyordu. Rogers 81'de son bir kumar daha oynayarak Flanagan'ı çıkarıp yerine Aspas'ı sahaya sürdü. Bundan 3 dakika sonra Mourinho Demba Ba'yı saha kenarına alırken yerine Anfield tribünlerinin eski aşkı ''Sarı Fırtına'' Fernando Torres'i oyuna sürdü.


İkinci devrede Chelsea dizilişi

Yaptığı ataklardan hiçbir şekilde sonuç alamayan Liverpool cephesinde oyuncular yorgun düşerken maçın son dakikalarında yapılan bir atak sırasında Chelsea topu ele geçirdi ve Fernando Torres önünde 45-50 metrelik bir boşluk bulmuş vaziyette son hızla Mignolet'e doğru topu sürdü. Mignolet ile karşı karşıya kalan Torres topu Willian'a pasladı ve Willian'da rahat bir şekilde maçın sonucunu belirleyen golü attı 0-2.


İkinci golün ardından maçın en mükemmel anlarından biri yaşandı. Takımı sezonun en önemli maçını kaybetmiş Liverpool taraftarları hep bir ağızdan ünlü ''You'll Never Walk Alone'' tezahüratlarıyla Anfield'ı inleterek oyuncularını, en çokta maçı kaybettiren hatayı yapan kaptanları Gerrard'ı bağırlarına bastı.

Bu sonuçla birlikte Liverpool matematiksel olarak olmasa da psikolojik olarak oldukça zor bir duruma düştü. Manchester City'nin de Crystal Palace maçından 2-0'lık galibiyetle ayrılması artık şampiyonluk yolunda iplerin Pellegrini ve talebelerinin ellerinde olduğunu kanıtlar nitelikte.

Liverpool'un +8 averaj önünde bulunan Manchester City önümüzdeki hafta Everton deplasmanına gidiyor. City'nin Everton deplasmanında 2009 yılından beri kazanamaması Liverpool taraftarının ezeli rakipleri olan Everton'dan medet ummasını sağlayacaktır. Daha sonraki iki hafta ise evinde Aston Villa ve West Ham ile karşılaşacak olan City bu maçları kayıpsız atlatması durumunda şampiyonluk ipini göğüsleyecek.

Liverpool ise önümüzdeki hafta Crystal Palace deplasmanına giderken ligin son haftası ise Newcastle United ile Anfield'da karşılaşacak. Liverpool'un bu maçları kazanması yeterli olmayabilir çünkü ligin en çok skor üretebilen takımlarından biri olan City'nin -8 averaj gerisindeler.

Liverpool'a çelme takmayı başaran Chelsea'nin ise şampiyonluk konusunda City ve Liverpool kadar şansı yok. Mourinho ve öğrencileri daha çok Şampiyonlar Ligi'nde oynayacakları maçlara odaklanmış durumda ancak rakiplerinin yapacağı muhtemel hataları da gözden kaçırmayıp değerlendirmekten geri kalmayacaklardır . Önümüzdeki hafta Norwich ile Stamford Bridge'de karşılaşacak maviler sezonu Cardiff deplasmanında noktalayacak.

Michael Thomas'ın 1989'daki son dakika golü Liverpool'un girdiği fetret devrinin sembollerinden


Liverpool 24 yıldır hasretle beklediği şampiyonluğu belki de bu maçla kaybetti. Tarihi boyunca hep mucizelere sahne olmuş bir takım Liverpool. İstanbul'da Milan karşısında 3-0'dan çevirip kazanılan Şampiyonlar Ligi finali'de , 1989'da Arsenal'den son dakikada yenilen golle kaptırılan şampiyonlukta Liverpool'un başına gelmiş olaylar. Bakalım peri masalı misali yaşadıkları sezon bir mucizeye daha sahne olacak mı ?

25 Nisan 2014 Cuma

Zeki, Çevik, Ahlaksız: Paul Gascoigne

Birkaç tahtası eksik mi ? Kesinlikle !



Bir oyuncu düşünün ki Maradona kadar yetenekli, Balotelli'yi gölgede bırakacak kadar çılgın, George Best kadar alkolik, Sergen Yalçın kadar tembel... Tüm bu özelliklerin nirvanası denilebilecek tek futbolcu Paul Gascoigne'inden başkası olamaz.

İstatistiklere bakıldığı zaman Gazza'nın çok dikkat çekici bir kariyeri yoktu. Kendisiyle ilgili internette araştırma yaptığınızda genellikle onun hakeme sakızını fırlatırken, seyircilere kızıp şortunu indirirken ya da ağlarken büründüğü hallerini görürüz. Ancak içki içmekten kafasını kaldırıp futbol oynamaya karar verdiği nadir zamanlarda herkese ne kadar yetenekli olduğunu kanıtlayabilecek kapasitede bir oyuncuydu Gazza. Lazio forması giydiği dönemde teknik direktörlüğünü yapan İtalya'nın efsane kalecisi Dino Zoff: '' Gascoigne manyağın tekiydi. Beni deli etmeyi her zaman başarırdı. Fakat gerçeği söylemek gerekirse o çocuk bambaşka bir insandı. Sahada oynamaya karar verdiğinde maçın en iyisi her zaman o olurdu'' diyerek eski öğrencisinin kısa bir analizini yapıyordu.

Kariyerine göz atıldığı zaman Gazza futbol hayatının ilk sözleşmesini 1980 yılında Newcastle United ile imzalar. 1985 yılında a takıma yükselir ve 1988 yılına kadar Newcastle forması giyer. Bu süreçte 90'dan fazla maça çıkıp de gol atar. İngiliz futbolunun gelecek planları arasında kendine önemli bir yer edinmeye başlayan Gazza, Terry Venables'ın yönetimindeki Tottenham Hotspurs takımına 2 milyon pound karşılığında transfer olur. Kısa bir süre sonra Bobby Robson tarafından milli takıma da davet edilen Gazza 1989'da Arnavutluk karşısında oynanan maçta milli formayla ilk golünü de kaydeder. Fakat Paul Gascoigne adının zirve yapacağı yıl 1990'dır. İtalya'da düzenlenen dünya kupasında Gazza bir yıldız gibi parlamaktadır. Tarihte yapılan en sıkıcı dünya kupası olarak bilinen defansif anlayışa dayalı İtalya 90'da atak futbolun tüm güzelliklerini bireysel bir şekilde sergilemiş ve turnuvada İngiltere'yi sırtlayan isimlerden biri olmuştu. Yarı finale çıkan İngilizler ezeli rakipleri Almanya ile eşleşmişti. Çekişmeli geçen maçın normal süresi Brehme ve Lineker'ın golleriyle 1-1 bitince uzatmalar oynanır. Kart sınırında olan Gascoigne rakibine yaptığı sert müdahalenin ardından sarı kart görür ve İngiltere maçı kazansa daha final maçında oynama şansını kaybeder. Bunun üzerine Gascoigne tüm dünyanın gözleri önünde hüngür hüngür ağlamaya başlar. Takım arkadaşlarının teselli etmeye çalıştığı Gazza artık İngiliz halkının kahramanlarından biri olmuştur


Gazza'nın gözyaşları aynı kupanın finalinde çocuk gibi ağlayan Maradona'yı bile gölgede bırakmıştı



George Best: Gazza senin IQ seviyen forma numarandan (8) bile küçüktür.

Paul Gascoigne: IQ ne ?



1990 Dünya Kupası sonrası 2 yıl daha Tottenham ile yoluna devam eder ancak kulüp yaşadığı mali sıkıntılar dolayısıyla en medyatik ve yetenekli oyuncusunu nakite çevirmeye karar verir. Lazio başkanı Sergio Cragnotti, Maradona'nın Napoli'de yarattığı etkiye benzer bir etki beklentileriyle Gazza'yı kadroya katma kararı alır. Tottenham ile son maçında oldukça agresif hareketler sergileyen Gascoigne, rakibine yaptığı bir müdahale sonrası sakatlanır ve bonservis ücreti önemli bir ölçüde düşer. 1992- 1995 yılları arasında forma giydiği Lazio'da sahaya çıkmaktan çok skandallara imza atmakla gündeme gelir.

Aaron Winter (Lazio'dan takım arkadaşı): ''Bir gece kız arkadaşımla evde vakit geçirirken kapı çaldı. Kapıyı açtığımda karşımda çırılçıplak vaziyette sadece güneş gözlükleri takılı Gazza'yı buldum. Birşeye ihtiyacım olup olmadığını sordu. Hayır yanıtını alınca uzaklaştı.''



Gazza'nın maçın adamı seçildiği Pescara karşılaşmasından sonra yapılan kontrolde sarhoş olduğu ortaya çıkmıştı



Lazio taraftarlarının sempatisini kazanan Gazza, İtalya'da 43 maça çıkar ve 6 gol kaydeder. Lazio'daki son dönemlerinde bir antrenman sırasında Alessandro Nesta ile çarpışır ve bacağı ciddi bir biçimde kırılır. Uzun bir süre sahalardan uzak kalacak Gazza bu sakatlık sonrası İtalya macerasını noktalayıp Glasgow Rangers'a transfer olur.

Rangers forması ile adeta yeniden doğan Gazza kısa bir süre sonra tekrar milli takıma çağrılmaya başlar. Kapıda 1996 Avrupa Şampiyonası vardır ancak Gazza'nın durulmaya hiç niyeti yoktur. Bir Rangers - Hibernian maçı sırasında hakem kartını yere düşürür. Gazza kartı alır ve hakeme ceza verir gibi kartını gösterir. Bu hareketinin cezası da kart görmek olur. Yaptığı tüm bu çılgınlıklar onun bir futbolcudan da öte ikon gibi görülmesini sağlamıştı.

''Gazzaca'' hareketlerin en meşhuru




1996 İngiltere şampiyonasında takımın en önemli silahlarından biri haline gelen Gazza İskoçya karşısında attığı golle halen konuşulmaktadır. Turnuvanın en iyi golü seçilen bu golde topu rakibinin üstünden aşırarak oyundan düşürmüş ve topu ağlara yollamıştı.








1998 yılına kadar Rangers'da 74 maça çıkıp 30 gol atan Gazza'nın kariyeri bu tarihten itibaren düşüşe geçen 98-2000 arası Middlesbrough forması giyen Gazza 2000-2002 yılları arasında da Everton'da oynadıktan sonra Burnley'e gider 6 maçlık bu kısa maceranın ardından Çin takımı Gansu Tianma'yla anlaşır fakat SARS virüsünün patlak vermesi nedeniyle 4 maç sonra kulübü terk eder. Kısa süreli Wolves macerasının ardından kariyerinin son durağı alt lig takımı Boston United olur. Gazza burada da sadece 4 maça çıkar ve kariyerini noktalar.Kariyerinin sonunda ise milli formayı 57 kez giymiş ve 10 gollük bir istatistik geride bırakmıştır. Teknik direktörlüğe soyunan Gazza Kattering Town takımını çalıştırmaya başlar ancak yaşadığı alkol problemleri nedeniyle 39 gün sonra kulüpten kovulur.


GAZZAMANİA


Gennaro Gattuso: Rangers ile ilk idmanıma çıkmıştım. Antrenman sonrası duştan çıktığımda dolabımdan kötü bir koku geldiğini farkettim. Dolabı açıp boxerımı elime alınca ağırlığı farkettim. Gazza çoraplarıma da sıçmıştı. O gün donsuz eve gittim. Gascoigne manyağın tekiydi.



Gascoigne her ne kadar süper yetenekli bir futbolcu olsa da her zaman sansasyonel kişiliğiyle ön plana çıkmıştır. Yedek kaldığı maçlarda dahi bir kamera sadece onu takip eder yapacağı şaklabanlıkları kayıt altına almaya çalışırdı. Komedi filmlerini aratmayan Gazza'nın en bilindik vukuatları ve diyalogları aşağıdaki gibidir.


 Kendisine Gazza diyen İtalyan kadın spikere: ''Bana Gazza değil, Paul diye hitap et. Ancak benimle yattıktan sonra bana  Gazza diyebilirsin''.




Gazza yine iş başında



- Gazza'nın en popüler olduğu zamanlarda İngiltere Norveç ile bir hazırlık maçı yapar. Norveçli spiker maç öncesi ısınan Gazza'ya yanaşır ve maçla ilgili ne düşündüğünü sorar. Gazza yüzünde kocaman bir gülümsemeyle birlikte ağzından şu cümleyi çıkarır : ''We come here to F*ck''


- Takım arkadaşlarından John Brotherton ile birlikte bir kıza asılırlar. Ancak bir süre sonra kızın travesti olduğu fark edilir. Fakat Gascoigne bunu olayın başından beri biliyordur.


- M'boro'da oynarken idman sonrası sadece ayağında çoraplarla çırılçıplak bir vaziyette kulüp kantininden yemek aldığı görülmüştür.

- Kendisine kırmızı kart gösteren hakemin koltuk altını koklayıp yüzünü buruşturarak dalga geçmiştir.

- Rangers'dan takım arkadaşı Richard Gough'un uyurken üzerine işemiştir.

- Lazio forması giydiği dönemde çok önemli bir basın toplantısında gazetecilerden sessizlik isteyip mikrofona doğru tüm gücüyle gaz çıkarmıştır.

- Euro 96 sırasında milli takımı taşıyan uçağın ekipmanlarına zarar verip davalık olmuştur.

- M'Boro forması giydiği dönemlerde takım otobüsünü kaçırıp kaza yapmıştır.

- Tottenham forması giydiği dönemlerde taraftarların tezahüratlarıyla gaza gelip formasını tribünlere yollamış ve yöneticilerin telaşla yeni forma aramalarına sebep olmuştur.

- Mükemmel bir gol atıp maçın adamı seçildiği Pescara karşılaşmasında sarhoş olduğu ortaya çıkmıştır.

- Milli maçtan hemen sonra üzerinde forma, krampon ve tekmeliklerle bara içmeye gitmiştir.

- Newcastle'da oynarken Kevin Keegan'ın ayakkabılarını temizleme görevi ona verilir. Ancak ayakkabıları maç günü metroda unutur.

- Kendisinden maçla ilgili yorum isteyen İtalyan gazetecilerin mikrofonuna oldukça şiddetli bir şekilde geğirip 9.000 euro para cezası almıştır.

- Newcastle - Wimbledon maçında en az kendisi kadar psikopat olan Vinnie Jones'u taciz etmeye başlar. Vinnie Jones sinirlenip Gazza'nın testislerini sıkar ve bu olay kameralara yansır. Ertesi yıl tekrar karşılaşacakları maç öncesinde Gazza Vinnie Jones'un soyunma odasına çiçek gönderir. Jones'da cevap olarak ona tuvalet fırçası yollar.

Gazza Vinnie Jones'a sataşmanın bedelini öderken

- Newcastle'dan takım arkadaşı Brian Tinnion'ı evine bırakmak için arabasına alır. Sokağa girdiklerinde ''Nereye bırakayım ?'' sorusunu sorar. Tinnion: ''Evin önünde'' cevabını verince arabayla evin bahçesine dalıp tam kapının önünde durdurur.


- Luigi Corini (Lazio'dan takım arkadaşı): ''Bir keresinde Gazza idmana giderken kendisini almamı istemişti. Evinee geldiğimde arkamdan dolaşıp bahçe kapısını kitledi ve akşama kadar beni orada esir tuttu. Ertesi gün Zoff'a neden idmana gelmediğimin sebebini açıklamaya çalıştım ancak Zoff doğal olarak küplere binmişti.''


- Rangers forması giydiği dönemlerde önemli bir maç öncesi gecenin ortasında herkes uyurken takım arkadaşı Ally McCoist'i sırf bilardo oynamak için uykusundan uyandırmıştır.

- FA Cup finaline mavi bir peruk ile çıkmıştır.

- Londra'da West Lodge Park adlı otelde ördeklerle dolu havuza izin almadan girmiş ve otelden atılmıştır.

- Kurumsal bir etkinliğe noel kutlamak için gönderdiği video bandının sonunda ''Happy Christmas, you f***ing w***ers'' diye haykırmıştır.

- Takım arkadaşı Dennis Wise'ın Armani takımlarını sırf eğlence için parçalamıştır.

- İskoçya'da bir otelin golf sahasına jeep ile girmeye kalkışmıştır.

- Şiddetli bir kavgayla ayrıldığı eski eşinin göğüsüne silikon takdırdığı hastahaneye çiçek yollamıştır.

- 1990 dünya kupasında milli marş seromonisinde kendisini çeken kameraya dil çıkartınca uyarı almıştır.

- Lazio'da oynarken kendisini fırçalayan kulüp başkanı Sergio Cragnotti'nin aniden sözünü keserek: ''Kızının kocaman göğüsleri var!''

- Londra'da bir alışveriş merkezinden aldığı matkapla sokak kaldırımlarını deşmeye çalışmıştır.

- M'boro'lu futbolcu Boateng'in üstüne çıkayım derken yere düşüp kolunu kırmıştır.

- Kendisine Gazza diyen italyan kadın spikere: ''Bana Gazza değil, Paul diye hitap et. Ancak benimle yattıktan sonra bana  Gazza diyebilirsin''.

- ''Lazio güzel bir tecrübeydi bir gün Roma'nın başına geçmek isterim''.

- İtalya'ya transferi sonrası dil sorununu hatırlatan gazeteciye: ''Dilin problem olacağını sanmam. Hem ben ingilizce de konuşamıyorum ki !''





Günümüzde Gazza


Gascoigne günümüzde alkol ve uyuşturu batağının dibine kadar batmıştır. Yaşadığı sansasyonel hayat ve psikolojik sorunlar giderek daha derinleşmekte. Alkol bağımlılığından kurtulmak için defalarca kliniğe yatmış ancak yoğun tedavi programlarına rağmen bir türlü sağlığına kavuşamamıştır. Günde 4 şişe viski içebilecek kadar alkol bağımlısı bir hale gelen Gazza'nın bu şekilde devam etmesi durumunda doktorlar 2-3 yıl içinde hayatını kaybedeceğini söylemekte. Zaman zaman tv programlarında ve küçük çaplı rollerle sinema filmlerinde boy göstermektedir.

4 Nisan 2014 Cuma

Zinedine Zidane

Tam Adı: Zinedine Yezid Zidane
Takma Adı: Zizou, Chaussette
Doğum Tarihi: 23 / 06 / 1972
Doğum Yeri: Marsilya - Fransa


23 Haziran 1972 tarihinde Cezayirli İsmael ve Malik Zidane çiftinin dördüncü çocuğu olarak Marsilya'da dünyaya gelen Zidane'ın adı bugün futbol tarihinde erişilmesi çok zor bir yerde.

Cezayir'in Becaye bölgesinden işçi olarak Fransa'ya göç eden İsmael Zidane'ın en küçük çocuğu olan Zidane, Marsilya'da genel olarak göçmenlerin ikamet ettiği kenar mahallelerden birinde büyüdü. Çocukluğunu geçirdiği çevreyi ''Turistlerin gezmek istemeyip, yetkililelerin de görmezden geldiği bir yerdi.'' diye anlatan Zidane her varoş mahallede olduğu gibi burada da var olan futbol tutkusuyla küçük yaşlarda tanışır. Oldukça hiperaktif bir çocuk olduğu için ailesi de onun futbol ve judo sporuyla ilgilenmesinden memnuniyet duyar. Çocukken Yezid ismini kullanan Zidane, mahalledeki bir çok arkadaşından küçüktür ve bu durum onun futbola kalecilik ile başlamasına sebep olur. Zamanla mahalle içerisinde kendini kanıtlamaya başlayan küçük Yezid, artık ağabeyleriyle başa baş mücadele edebilecek seviyeye gelmiştir.

''İlk başlarda onu oynatmak istemiyordum, çünkü çok küçüktü. Fakat o kendini öyle bir yetiştirdi ki arkadaşlarım bana ''Ya o oynar ya da sen de oynamazsın'' demeye başladılar'' (Abisi Nordine Zidane)

10 yaşına geldiğinde yaşadığı bölgenin yerel futbol takımlarından biri olan US Saint-Henri formasını bir yıl boyunca giyen Zidane, daha sonra 14 yaşına kadar SO Septemes-les-Vallons adlı başka bir yerel kulübün formasını giyer. Bu dönemlerde stoper ve libero olarak görev yapan Zidane, hem ağır kalması hem de zaman zaman ceza sahasının içerisinde rakip oyunculara çalım atabilmesi nedeniyle yavaş yavaş daha ileri mevkilerde görev almaya başlar.


St. Henri forması giydiği dönemlerde Zidane



DÖNÜM NOKTASI



1987 yılı genç Yezid'in hayatını değiştirecek, onu bekleyen muhteşem bir geleceğin ilk tohumlarını attıracaktı. AS Cannes adına genç yetenekleri keşfetmekle uğraşan bir scout birkaç maç Zidane'ı izledikten sonra kolundan tutar ve AS Cannes altyapısına getirir.



Kısa bir süre Cannes antrenmanlarına katılan Zidane, 15 yaşına girdikten kısa bir süre sonra kulübün bünyesine katılır ancak bu durum Zidane için fazla uzun sürmeyecektir. Cannes'ın o zamanlar teknik direktörlüğünü yapan Jean Fernandez, altyapıdan içeri adımını atalı henüz bir yıl olan Zidane'ı 16 yaşına basar basmaz profesyonel takıma alır ve bir efsanenin başlamasına vesile olur.

17 yaşından hemen önce ilk lig maçına Nantes karşısında çıkan Zidane, ilk golünü ise bir yıl sonra yine bir Nantes maçında atar. 1990-1991 sezonuna kadar orta sıralarda boy gösteren Cannes, 90-91 sezonunu Zidane'ın da yavaş yavaş yükselen performansıyla birlikte 4. sırada bitirir ve uluslararası müsabakalara katılma hakkı elde eder.

Cannes'ın Avrupa macerasındaki ilk rakibi  Portekiz ekibi SC Salgueiros olur. İlk maç deplasmanda 1-0 kaybedilse de ikinci maç 1-0 kazanıldıktan sonra yapılan penaltı atışlarıyla gülen taraf Cannes olur.

2. Tur içinse rakip Sovyet ekibi Dinamo Moskova'dır. İlk maç deplasmanda 1-0 kaybedilir. İkinci maç ise 1-1 berabere biter ve Cannes için avrupa macerası son bulur. Ayrıca koyulan hedeflere rağmen ligde de işler kötü gider ve takım 91-92 sezonunu 19. sırada tamamlayarak küme düşer. Bu durum Zidane için Cannes macerasının sonu demekti.

Zidane'ı sahneye çıkaran adam: Jean Fernandez

BORDEAUX YILLARI

1992 yılına gelindiğinde ligin güçlü ekiplerinden Bordeaux, Zidane ile yakından ilgilenir. Zidane yapılan teklifleri kabul eder ve geride 71 maç ve 6 gollük bir Cannes macerasını bırakıp Girondins Bordeaux'ya transfer olur.

Bir önceki sezonu 9. sırada tamamlayan Bordeaux, Zidane'ın da çabalarıyla 92-93 sezonunu 4. sırada tamamlayarak Avrupa vizesi alır. Zidane ilk yılını 10 golle tamamlayarak ne kadar isabetli bir transfer olduğunu ispat etmiş olur. Bordeaux 93-94 sezonunda  Avrupa macerasına İrlanda ekibi Bohemian FC karşında başlar. İlk turda oynanan Bohemian maçlarını 1-0 ve 5-0'lık skorlarla zorlanmadan geçen Bordeaux, bir sonraki turda ise İsviçre ekibi Servette ile karşılaşır. Servette ile yapılan iki maçı 1-0 ve 2-1'lik skorlarla kazanarak 3.Tur'a çıkan Bordeaux, Karlsruher SC ile eşleşir. İlk maç 1-0 kazanılmasına rağmen ikinci maç 3-0 kaybedilerek Avrupa macerası son bulur. Ligde ise değişen bir şey olmaz ve sezon yine 4. olarak tamamlanır. Zidane ise Ağustos ayında ilk defa milli takıma davet edilir. Çek Cumhuriyeti'ne karşı ilk defa milli olan Zidane henüz ilk milli maçında iki gol birden atarak mükemmel bir başlangıç yapar.

''Herkes garip karşılayabilir ama hayatımdaki en önemli maçım Fransa milli takımının ilk kez formasını giydiğim Çek Cumhuriyeti karşılaşmasıdır. Teknik direktörümüz Aime Jaquet sakatlanan Djorkaef’in yerine bana şans tanıdı ve bende attığım iki golle zannediyorum bu fırsatı iyi kullandım. O gün bir çocuk kadar mutluydum.'' 


94-95 sezonunda UEFA kupasında ilk rakipleri olan Norveç'in Lillestrom, 3-1 ve 2-0'lık sonuçlarla geride bırakılır ancak 2.Turda eşleştikleri Polonya ekibi GKS Katowice tarafından 1-0 ve 1-1'lik sonuçlarla kupanın dışına itilirler. O yıl ligde de işler pek iyi gitmez ve sezon 7. sırada tamamlanır.

1996 UEFA KUPASI VE EFSANE BORDEAUX

1995-1996 sezonunda da UEFA Kupasına katılan Bordeaux, ilk turda Makedonya'nın FK Vardar takımını 2-0 ve 1-1'lik skorlarla eler. 2. Tur'da Rusya'nın SC Rotor Volgograd takımı 2-1 ve 1-0'lık sonuçlarla geride bırakılır. 3.Tur'da rakip Real Betis olur. İlk maçı 2-0 kazanan Bordeaux, ikinci maçı 2-1 kaybetmesine rağmen çeyrek finale yükselir. Zidane bu maçlar sırasında Betis kalesine 40 metreden bir gol bırakır.

Çeyrek finalde rakip İtalyan devi AC Milan'dır. İlk maç 2-0 kaybedilir. Fabio Capello'nun favori Milan'ı karşısında şans gösterilmeyen Bordeaux, ikinci maçı  3-0 kazanarak kupanın en büyük sürprizlerinden birine imza atarak yarı finale çıkma başarısı gösterir.

Yarı finalde Çek Cumhuriyetinin Slavia Prag takımı her iki maçta da alınan 1-0'lık galibiyetlerle saf dışı bıraklır ve Bordeaux'a finalin kapıları aralanır.Finalde rakip Barcelona'yı eleyen Bayern Münih'tir.

Bayern Münih karşısında ilk maçta Christophe Dugarry ve Zidane oynamaz. Thomas Helmer ve Mehmet Scholl'un golleriyle Bordeaux sahadan 2-0 mağlup ayrılır. İkinci maçta ikili kadroda yer alsa da Mehmet Scholl, Jurgen Klinssman ve Emile Kostadinov'un gollerine sadece Daniel Dutuel ile cevap verilirince kupaya Bayern Münih uzanır.


Zizou, UEFA Kupasının yanından geçerken

1996 AVRUPA ŞAMPİYONASI


Bordeaux ile oldukça zor ve yorucu bir sezon geçiren Zidane, Fransa teknik direktörü Aime Jacquet tarafından 1996 Avrupa Şampiyonası kadrosuna çağırılır. Tüm bitkinliğinin üstüne bir de turnuva başlamadan kısa süre önce kaza geçiren Zidane her şeye rağmen kadrodaki yerini alır. Fransa oldukça zor bir grup olan B grubunda turnuvaya başlayacaktır. Grupta Avrupa futbolunun devlerinden İspanyanın yanı sıra 1994 Dünya Kupası'nda yarı final oynayan Bulgaristan ve yine aynı kupada harikalar yaratan Romanya  bulunmaktadır. İlk maçına 10 Haziran 1996 tarihinde St. James Park'ta Romanya karşısında çıkan Fransa, 26.000 seyircinin önünde rakibini Christophe Dugarry'nin 25. dakikada attığı golle 1-0 yener. daha sonra 15 Haziran tarihinde Ellend Road'da İspanya karşısına çıkan Fransızlar, 35.000 seyircinin izlediği maçta Youri Djorkaeff'in golüyle öne geçse de son dakikalarda Caminero'nun attığı gole engel olamaz ve sahadan 1 puan ile ayrılır. Gruptaki son maçına yine St. James Park'ta Bulgaristan önünde çıkan Fransızlar rakibini Laurent Blanc, Patrice Loco ve Luboslav Penev'in kendi kalesine attığı gollerle 3-1 yenerek 7 puanla gruptan lider olarak çıkar. Çeyrek finalde rakip Hollanda'dır.

22 Haziran 1996 tarihinde Anfield Road'da 37.000 seyirci önünde oynanan Hollanda maçı 0-0 bitince maç penaltılara kalır. İlk penaltıyı Zidane gole çevirir. Hollanda'da ise ilk penaltı Johan de Kock tarafından gole çevrilemez. Fransızlar diğer penaltıları Djorkaeff, Lizarazu, Guerin ve Blanc ile gole çevirirken Hollandalılar Seedorf ile bir penaltı daha kaçırır ve Fransa sahadan yarı final bileti ile ayrılan taraf olur.


26 Haziranda Old Trafford'da 44.000 kadar seyirci önünde Çek Cumhuriyeti ile oynanan maç 0-0'lık eşitlikle biter. Uzatmalardan da bir sonuç alınamayınca maç penaltılara kalır. Zidane, Djorkaeff, Lizarazu , Guerin ve Blanc hata yapmadan 5 penaltıyı da gole çevirir. Aynı şekilde Çekler de Kubik, Nedved, Berger, Poborsky ve Rada ile hata yapmaz. Fransa'da 6. penaltı için topun başına geçen Reynald Pedros atışını gole çeviremez ve Miroslav Kadlec'in penaltısıyla müsabaka 5-6'lık sonuçla Çeklerin lehine son bulurken Fransızlar finali televizyondan izlemek zorunda kalırlar.



JUVENTUS DÖNEMİ VE BİR EFSANENİN ADIMLARI





1996 yılında kaybedilen UEFA Kupası ile birlikte Zidane'ın Bordeaux macerası da son bulur. Zira Fransa ligi artık onun yeteneklerine dar gelmektedir. Juventus teknik direktörü Marcelo Lippi'nin ısrarları sonucu yüksek bir ücret karşılığında bu takımın yolunu tutar. Zidane Juventus'un tek fransızı değildir. Zira başka bir efsane Didier Deschamps da o sıralar Juventus formasıyla mücadele etmekteydi.

Juve formasıyla oynadığı ilk sezon olan 1996-1997'de 29 maça çıkan Zidane, 5 gollük bir performans gösterir. İlk zamanlarda biraz silik bir futbol oynayan Zidane yavaş yavaş sisteme entegre olmasıyla gerçek performansını göstererek takımı sırtlayan oyunculardan biri olmaya başladı. Son şampiyon olarak katıldıkları Şampiyonlar liginde ise Manchester United, Fenerbahçe ve Rapid Wien ile birlikte C Grubuna düşerler. Juve gruptan namağlup bir şekilde 16 puan toplayarak 1. olarak çıkar. Çeyrek finalde kupanın sürpriz yapan takımı Rosenborg ile eşleşirler. İlk maç 1-1'lik eşitlikle tamamlansa da ikinci maç 2-0 kazanılır ve İtalyanlar yarı final sevinci yaşarlar.

Yarı finaldeki rakipleri ise bir önceki yıl finalde yendikleri Ajax'tır. Ancak bir önceki yıla oranla Juve bu sefer fazla zorlanmaz. İlk maçı 2-1 kazandıktan sonra ikinci maçı da 4-1 kazanarak tekrar final oynama şansına sahip olurlar.

Finalde rakip Juventus'un 1993 UEFA Kupası finalinde safdışı bırakarak kupaya uzandığı Alman ekibi Borussia Dortmund olur. 28 Mayıs 1997 tarihinde Münih Olimpiyat Stadında 60.000 seyircinin önünde oynanan maçta Dortmund, Karl-Heinz Riedle'ın 29. ve 34. dakikada attığı gollerle 2-0 öne geçer. Herşey bitti denilirken Juventus'un yeni yıldızlarından Del Piero 66. dakikada skoru 2-1'e getiren golü atar. Herşey Juventus için yeniden başlamışken oyuna sonradan giren Dortmund'lu Lars Ricken 70. dakikada attığı golle skoru 3-1'e getirip kupanın sahibini belirler. Son şampiyon olarak çıktığı final maçından boynu bükük ayrılan Juventus, o yıl her şeye rağmen ligi 65 puanla tüm rakiplerinin üstünde tamamlayarak Serie A şampiyonu olur. Zidane ise oynadığı müthiş futbolla Ballon de Bronze ve Onze d'Argent ödüllerinin yanı sıra FİFA tarafından yılın en iyi üçüncü futbolcusu seçilir

1997-1998 sezonuna gelindiğinde ise Zidane artık takımın temel taşlarından biri haline gelmiştir. Kadroda Didier Deschamps, Edgar Davids, Del Piero gibi yıldız oyuncularla birlikte Serie A'nın tozunu attıran Juventus, Şampiyonlar liginde mutlu sona tekrar ulaşmak için kolları sıvar. Turnuvaya B Grubu'nda Manchester United, Feyenoord ve MFK Kosice takımları ile başlayan Juve, 12 puan toplayarak grubu Manu'nun ardından 2. sırada tamamlar. Eleme grubuna kalan takım Bayern Leverkusen ile birlikte PSG,Rosenborg,PSV ve Parma'yı safdışı bırakır ve 12 puan ile 2. sırayı alarak çeyrek finale yükselir.


Çeyrek finalde Ukrayna'nın köklü kulübü Dinamo Kiev ile eşleşen Juve rakibi 1-1 ve 4-1'lik skorlarla eleyerek yarı finalde AS Monaco'nun rakibi olur. İlk maçı 4-1 kazanan Juventus ikinci maçı 3-2'lik skorla kaybetmesine rağmen toplamda 6-4'lük skor ile üst üste 3. kez Şampiyonlar Ligi'nde final oynama şansına sahip olur. 20 Mayıs 1998 tarihinde oynanacak final maçında rakip Alman Jupp Heynckes'in yönettiği Real Madrid'dir.

20 Mayıs tarihinde Amsterdam Arena'da 49.000 kişinin önünde  oynanan maçı Real Madrid, Predrag Mijatovic'in 67. dakikada attığı gol ile 1-0 kazanır ve Juve üst üste 2.kez finalde kaybetmenin üzüntüsünü yaşar( Juventus, Benfica ve Bayern Münih ile birlikte Şampiyonlar Ligi'ni  finalde en fazla kaybeden takımdır).




1998 Şampiyonlar Ligi Final Kadroları




Ligde ise işler yolunda gider ve Juve 74 puan ile yine Serie A şampiyonu olur. Zidane ise sezon boyu toplam 48 maça çıkıp 11 gol atar. Yaptığı hareketler ve maç içerisindeki soğukkanlılığı ve kontrolü elinde tutuşuyla takımının en büyük yıldızıdır. Zidane bu sezon içerisinde Ballond'Or ve Serie A'nın en iyi yabancısı ödülüne sahip olmakla kalmayıp bir de Fransızların Legion d'honneur nişanına sahip olur (Nişanı dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'dan alır). Cezayirli Yezid artık bir dünya yıldızıdır.








 1998 DÜNYA KUPASI 








1996 Avrupa Şampiyonası'ndan iki yıl sonra Fransa, 1998 Dünya Kupası'na ev sahibi olarak katılma hakkı kazanır. Bu, Fransa'nın 1986 yılından sonra katılacağı ilk dünya kupasıydı. Platini, Tigana, Battiston gibi yıldızlarıyla sonuca ulaşamayan Fransa, yakaladığı Zidane, Henry, Trezeguet, Deschamps, Karambeu ve Vieria'lı yeni bir jenerasyonla başarı hedefliyordu.

Fransa kupadaki ilk maçına 12 Haziran 1998 tarihinde Zidane'ın doğup büyüdüğü şehir olan Marsilya'da Stade de Velodrome'da oynar. 55.000 seyircinin önünde Güney Afrika ile oynanan maçı Fransa  Dugarry, Henry ve Pierre İssa'nın kendi kalesine attığı golle 3-0 kazanır.

İkinci maçta rakip Suudi Arabistan'dır. Stade de France'da 80.000 seyircinin önünde oynanan müsabakayı Fransa Henry(2), Trezeguet ve Lizarazu'nun attığı gollerle 4-0 kazanır ancak Zidane bir pozisyon sonrası Suudi Arabistan'lı bir oyuncuya kasten tekme atar ve kırmızı kart görerek 2 maç ceza alır.

Gruptan çıkmayı garantileyen Fransa 24 Haziran tarihinde karşılaştığı Danimarka'yı Petit ve Djorkaeff'in penaltı golüyle 2-1 kazanarak grubu kayıpsız tamamlar. Danimarka'nın tek golünü ise bir başka efsane olan Michael Laudrup penaltıdan atar.

2.Turda rakip Paraguay'dır ve Zidane'ın 1 maç daha cezası bulunmaktadır. Stade Felix Bollaert'ta 38.000 seyirci önünde oynanan maç normal süresi 0-0 sona erince uzatmalara gider ve 113. dakikada Laurent Blanc'ın altın golüyle Fransa çeyrek finalin kapısını aralar. Çeyrek finaldeki rakip ise Norveç'i 1-0'lık skorla geçen 1994 Dünya Kupası'nın finalisti İtalya'dır.

3 Temmuz 1998 tarihinde Stade de France tam 78.000 kişi tarafından doldurulmuştur. İskoç hakem Hugh Dallas'ın yönettiği maç 0-0 biter ve uzatmalarda da gol sesi çıkmayınca penaltılara gidilir.

İtalya adına ilk penaltıyı bu konuda bir efsane haline gelen Roberto Baggio kullanır ve gole çevirir. Fransa'da ise ilk olarak Zidane topun başına geçer ve o da topu filelerle buluşturur. İkinci atışlardan önce Albertini sonra da Lizarazu yararlanamaz. Ardından sırayla Costacurta, Trezeguet, Vieri, Henry hata yapmadan penaltılarını kullanır.

İtalya'nın son penaltısı için topun başına geçen Luigi Di Biagio bir hata daha yapar. Fransa'nın penaltısını ise Laurent Blanc gole çevirir ve Orta Avrupa derbisinin kazananını belirleyerek yarı finalin kapılarını aralar.

Yarı finalde rakip ise kupanın sürpriz ekibi Hırvatistan'dır. Hırvatlar her ne kadar tecrübesiz bir ekip olsa da kadrolarında Suker, Prosinecki, Bilic, Boban, Simic gibi üst düzey oyuncuları bulundurmaktaydı.

8 Temmmuz 1998 günü Stade de France 76.000 seyirci tarafından hınca hınç doldurulmuştu. Fransız halkı, 60 yıl aradan sonra ev sahipliği yapıp 12 yıl aradan sonra tekrar katıldıkları Dünya Kupası'nda takımlarından büyük bir zafer beklemekteydi.

Hırvatlar maçta Suker'in 46. dakikadaki golüyle 1-0 öne geçse de (bu gol Suker'in 98 Dünya Kupası'nın gol kralı olmasını sağlayacaktır.) hemen bir dakika sonra Lilian Thuram skora denge getirir. Taraftar desteğini de iyiden iyiye arkasına alan Fransızlar, 69. dakikada yine Thuram'ın attığı golle 2-1 öne geçer. Maçta başka gol sesi çıkmaz ve Fransa tarihinde ilk kez hem de kendi evinde final oynama hakkı kazanır. Finalde ise rakip dünya futbolunun devi, son şampiyon Brezilya'dır

12 Temmuz günü Stade de France tam 80.000 kişi tarafından final maçını izlemek için doldurulmuştur. Fransa kupa için bir bütün haline gelmişken Brezilya milli takımında ise Ronaldo başta olmak üzere bazı oyuncular sorunlar yaşamaktaydı ve bu durum maça doğrudan etki edecekti. Maçın 27. dakikasında Petit'in kullandığı korner Zidane tarafından gole çevrilir ve Fransa 1-0 öne geçer. Bu dakikadan sonra oyunun kontrolünü ele alan Fransızlar ilk yarının uzatma dakikalarında Zidane'ın yine bir kafa vuruşuyla attığı gol sonucu ilk devreyi 2-0 önde kapatır. İkinci yarıda Fransa defansının kilit oyuncularından olan Marcel Desaily 68. dakikada kırmızı kart görse de kontralarla atak yapmaya devam eden Fransızlar 90. dakikada Emmanuel Petit'in attığı gol ile maçı 3-0 kazanır ve Fransa'ya tarihinin ilk Dünya Kupası şampiyonluğunu yaşatır. Zaferin baş kahramanı ise bellidir: Zidane...




Sokaklara dökülen Fransız halkı artık Zidane'ı bir futbol ilahı olarak baş tacı yapmıştı. Ayrıca Zidane'ın finalde attığı 2 gol en çok babası İsmael Zidane'ı duygulandırır. Çünkü işçi olarak Fransa'ya göçen baba Zidane kupa finalinin oynandığı Stade de France'ın inşaatında işçi olarak çalışmıştır. Taşlarını sırtında taşıdığı statta oğlunun bir milli kahraman olması en çok onu duygulandırır.


JUVE İLE SON DÖNEMLER


 Zidane için 1998-1999 sezonu bireysel olarak her ne kadar mükemmel bir şekilde geçmiş olsa da aynı şeyi takımı Juventus için söylemek mümkün olmaz.

İki yıl üst üste Şampiyonlar Ligi'ni finalde kaybeden takım ligin ise tozunu attırmıştı. Ancak hem bazı oyuncuların Dünya Kupası sonrası sendromu ile karşılaşması, hem iskeleti oluşturan futbolcuların yaşlanması hem de finallerde yaşanılan burukluklar takımın temposunu bozmuştu.

Şampiyonlar Ligi'nde B Grubunda Galatasaray, Rosenborg ve Athletic Bilbao ile eşleşen Juve gruptan oynadığı 6 maçta 5 beraberlik ve 1 galibiyet elde eder. Bu başarısız skorlara rağmen ilginç bir şekilde grup lideri olarak bir üst tura yükselen takım çeyrek finalde Olympiakos'u 2-1 ve 1-1'lik sonuçlarla eler.

Yarı finalde ise Alex Ferguson'un yarattığı Beckham, Giggs, Scholes, Sheringham, Solskjaer, Neville kardeşler gibi oyuncuları bünyesinde bulunduran Manchester United ile eşleşirler. İlk maçta Juve öne geçmesine rağmen 90+2'de Manu skora denge getirir. İkinci maçta da öne geçen taraf Juve olmasına rağmen Kırmızı Şeytanlar sahadan 3-2'lik galibiyetle ayrılır ve kupaya uzanan yolculuklarına devam ederler.

Torino ekibi için son bulan Şampiyonlar Ligi macerasının yanısıra ligde de işler hiç beklenildiği gibi gitmez. Şampiyonluk o yıl AC Milan'a kaptırıldığı gibi sezon Lazio,Roma,Parma ve Fiorentina gibi takımların arkasında tam 6. sırada bitirilir.

Bu başarısız dönem Zidane'ın Juve'ye geldiği zamandan beri takımın başında bulunan Marcelo Lippi'nin ayrılışıyla farklı bir boyuta taşınır. Lippi'nin yerine ise daha sonra teknik becerisini tüm dünyaya kabul ettirecek olan Carlo Ancelotti getirilir.

Günün birinde Madrid'e gittiğimizi düşünsene Zizou !


Ancelotti'nin takımda yarattığı değişiklikler ilk sezonunda başarıya ulaştırmasa da önceki sezona göre takım biraz olsun toparlanmaya başlamıştı. Bir önceki yıl ligi 6. sırada bitiren Juve bu sefer şampiyonluğu 1 puan farkla Lazio'ya kaptırıp ligi 2. bitiriyordu. Zidane takımını sırtlayan oyuncuların başını çekerken Filippo İnzaghi'de 15 gollük bir katkı sağlamıştı. Alışkın olduğu Şampiyonlar Ligi arenasından o yıl uzak kalan zebralar fazla konsantre olamadığı UEFA Kupası'nda ilk turda Kıbrıs ekibi Omonia'yı 5-2 ve 5-0'lık sonuçlarla eler. İkinci turda Bulgar ekibi Levski Sofia'yı 3-1 ve 1-1'lik skorlarla eleyen Juve sonraki turda Yunan temsilcisi Olympiakos'u ilk maçta 3-1 yener. İkinci maçı 2-1 kaybetmesine rağmen 4. tura yükselen takım İspanyol ekibi Celta Vigo ile eşleşir. İlk maçı 1-0 kazanarak çeyrek finalin kapılarını aralayan Juve ikinci maçta ise hiç beklenmedik bir şekilde 4-0'lık bir mağlubiyet alarak avrupa macerasına nokta koydu.

Bir sonraki yıl şampiyonluk bir başka başkent ekibi olan, elinde Totti, Batistuta, Cafu, Cassano gibi yıldızları bulunduran Capello yönetimindeki AS Roma'ya kaptırılır. Zidane'ın şefliğindeki takımda artık Del Piero'da tam anlamıyla bir dünya yıldızı olmuş, David Trezeguet ise 14 gollük bir katkı sağlayarak öne çıkan oyunculardan biri olmuştur.

Şampiyonlar ligi ise tam bir fiyasko ile sonuçlanmıştır. E Grubu'nda Deportivo, Hamburg ve Panathinaikos ile eşleşen takım sadece 1 galibiyet alarak grubu sonuncu sırada tamamlamış ve beklenmedik bir şekilde kupaya erkenden havlu atmıştır.

Bu sezon hem Ancelotti'nin hem de Zidane'ın Juventus ile geçirdikleri son sezon olur. Marcelo Lippi tekrardan Juventus teknik direktörlüğüne getirilirken Zidane ise bir dünya rekoru kırarak Real Madrid'in yolunu tutar.



2000 AVRUPA FUTBOL ŞAMPİYONASI





Fransa'da yapılan ve epik bir hikayeye dönen Dünya Kupası'nın ardından 2 yıl geçmişti. Zidane'ın başını çektiği Fransız milli takımı Belçika ve Hollanda'nın ortaklaşa düzenlediği 2000 Avrupa Şampiyonası'na 1998 yılındaki zaferi perçinlemek için gidiyorlardı. Eleme grubunda Ukrayna ve Rusya karşısında kupa vizesini beklenenden daha zor bir şekilde alan Fransızlar Hollanda, Çek Cumhuriyeti ve Danimarka ile birlikte aynı gruba düşer.

Kadro ise hemen hemen 1998 yılındaki ile aynıdır.Fakat teknik direktör Aime Jacquet yerine takımın başına Roger Lemerre bulunmaktadır. Forvet hattına ise Nicholas Anelka ve Slyvain Wiltord dahil edilmiştir.

Gruptaki ilk maçına Danimarka karşısında çıkan Horozlar maçı Blanc, Henry ve Wiltord'un golleriyle 3-0 kazanır. İkinci maçında da Çek Cumhuriyeti'ni Henry ve Djorkaeff'in golleriyle 2-1 geride bırakarak gruptan çıkmayı garantilerler.

Gruptaki son maçına ev sahibi Hollanda karşısında çıkan Fransızlar Dugarry ve Trezeguet'in golleriyle 2 defa öne geçtikleri maçta Kluivert, De Boer ve Zenden'in gollerine engel olamayınca grubu ikinci sırada tamamlar.

Çeyrek finalde ise İspanya ile eşleşen takım Brugge'deki Jan Breydel Stadı'nda oynanan karşılaşmayı Zidane ve Djorkaeff'in golleriyle 2-1 kazanarak yarı finale yükselme başarısı gösterir.

Yarı finalde Luis Figo önderliğindeki Portekiz ile eşleşen Fransızlar Brüksel'de 50.000 seyircinin önünde rakibinin karşısına çıkar. Luis Figo ve Zinedine Zidane arasındaki rekabete sahne olan maçta Portekizliler 19. dakikada Nuno Gomes'in golüyle öne geçse de 51. dakikada Henry skora dengeyi getirir. Maçta başka gol sesi çıkmayınca uzatmalara gidilir ve Zidane bitime dakikalar kala altın golü atarak takımını finale taşımayı başarır.

Finalde rakip Hollanda'yı penaltılarla geçen İtalya olur.Efsane kaleci Dino Zoof yönetimindeki İtalyanlar finale kadar sergiledikleri performansla kupanın favorilerinden biri haline gelmiştir. Maldini, Cannavaro, Ferrara gibi oyunculardan kurulu mükemmel bir defans örgüsünün yanında Totti, Del Piero, Montella, İnzaghi ve Delvecchio gibi ofansif oyunculara da sahiptiler.

2 Temmuz 2000 tarihinde Rotterdam'da bulunan Feijenoord Stadyumunda 50.000 kişinin önünde başlayan maçın ilk yarısında gol sesi çıkmaz. İkinci yarıda oyunun kontrolünü ele alan Gökmaviler 55. dakikada Delvecchio'nun attığı golle öne geçer. Bu dakikadan itiberin Fransızlar rakibine baskı uygulamaya başlar. Katı İtalyan defansı Fransız ataklarını durdurmaktadır. Maçın bitimine saniyeler kala Slyvain Wiltord bu baskıyı kırmayı başarır ve 90+4'de skora denge getirir. Bu gol Fransa'nın maçı uzatmaya taşımasının yanında İtalyanlar'ın da psikolojisinin bozulmasını sağlar. Uzatma dakikaları da taktik savaşı şeklinde geçmeye başlayan maçın 103. dakikasında Robert Pires'in geliştirdiği atak David Trezeguet'nin ayağında bir gol vuruşuna döner. Kaleci Toldo'nun hamlesi işe yaramaz ve Fransa altın gol ile şampiyonluğa uzanır. Ayrıca 1972 Avrupa ve 1974 Dünya Kupasını üst üste kazanan Helmut Schön'ün Batı Almanya'sından sonra ilk kez bir milli takım iki kupayı üst üste kazanma başarısı gösterir (bu başarıyı daha sonra 2008 ve 2012 Avrupa, 2010 Dünya Kupası'nın kazanan İspanya Milli Takımı'da göstermiştir).

Kupa sonrası oluşturulan turnuvanın takımına Fransa'dan Barthez, Blanc, Thuram, Desailly, Patrick Vieira, Henry ve Zidane seçilir. Aynı zamanda Zidane turnuvanın en iyi oyuncusu seçilerek nasıl bir futbol tanrısı olduğunu tüm dünyanın gözleri önüne bir kez daha serer.

LOS GALACTİCOS DÖNEMİ





Zidane'ın milli takım macerası elde edilen başarılarla doludizgin devam etmektedir fakat Juventus ile bir türlü hedeflenen başarılara ulaşılamaz. Lippi'nin yerine göreve gelen Ancelotti'de ilaç olamayınca Zidane için artık Juventus serüveni miladını doldurmaya başlamıştı. Platini'den sonra ilk defa bir Fransız Torino kulübünde bu denli iz bırakmıştı. Formunun zirvesindeki bu oyuncuyu Juventus'un da öyle kolay bir şekilde elinden çıkaracağını düşünmek ihtimal dışıydı.

Yakın zamanda Florentino Perez adlı ispanyol işadamı 16 Temmuz 2000 tarihinde dünya devi Real Madrid kulübünün başkanlık koltuğuna oturur. Los Galacticos adlı takıma yıldız oyuncuları toplayıp marka değerini en üst düzeye ulaştırma projesini tüm camiaya benimseten Perez, ilk iş olarak seçim vaadini yerine getirerek ezeli rakipleri Barcelona'nın yıldızı Luis Figo'yu Madrid'e rekor bir ücretle getirmişti. Bu, Los Galacticos rüzgarının ilk adımı olacaktı ve bir futbol tanrısı olan Zidane'ın da bu tufandan payını alması kaçınılmazdı.

Florentino Perez ve Zidane 2001 yılında futbol dünyasının önemli isimlerinin bir araya toplandığı bir yemekte aynı masaya otururlar. Planını çok önceden yapan Perez bir peçeteye ''Real için oynamak ister misin? '' yazar. Peçete masada elden ele dolaşır ve Zidane'ın eline geçer. Cevabını yazıp peçeteyi geri yollayan Zidane daha sonra bu olayı şu sözlerle açıklar.

'' O gece şarap çok güzeldi, benim de keyfim yerinde sayılırdı. Bu yüzden kağıda ''evet'' yazıp geri yolladım.''



Zidane - Ronaldo - Luis Figo


Daha sonra Juventus ile görüşmeleri de başarılı bir şekilde yürüten Madrid cephesi, Zidane için Torino kulübüne 66 milyon dolar bonservis bedeli ödemeyi kabul eder. Bu rakam kısa bir süre önce Luis Figo'nun bonservisine ödenerek kırılmış olan transfer rekorunu ele geçiriyordu (Tam 8 yıl boyunca dünyanın en pahalı bonservis bedeli olan bu rekor 2009 yılında Cristiano Ronaldo'nun 94 milyon euro karşılığında Real Madrid'e gelişiyle kırılmış, daha sonra da 2013 yılında Real Madrid'in bir diğer transferi olan Gareth Bale tarafından ele geçirilmiştir.)



İspanya Macerası ve Şampiyonlar Ligi




Michael Ballack'ın önünde Şampiyonlar Ligi'nin en güzel golüne imza atarken


Kadrosunda Zidane, Figo, Raul, Morientes, Roberto Carlos gibi yıldızları bulunduran Real Madrid son şampiyon olarak başladığı 2001 - 2002 sezonunu lig kulvarında pek de iyi bir şekilde geçirmez. Sezonu Gaizka Mendieta ve Rafael Benitez'in önderliğindeki Valencia şampiyon olarak tamamlamıştır. Roy Makaay'ın gol olup yağdığı Deportivo La Coruna ise 68 puanla ikinci olurken Real Madrid sezonu 66 puanla 3. sırada bitirir. Zidane'ın takıma oturması ise aylar alır ancak kalitesi ve klasıyla zamanla bu işin de üstesinden gelmeye başlar. Her ne kadar ligde başarılı olunamasa da a sıl hedef Şampiyonlar Ligi'dir. Madrid kupayı son olarak 2000 yılında kaldırırken Zidane için kupa hala önünde duran bir hedeftir. Zizou 1998 yılında Juventus formasıyla Real Madrid'e karşı finalde mücadele etmiş ve sahadan boynu bükük ayrılmıştı. Ulusal çapta her şeyi kazanan Yezid'in artık bunu kulüp bazında da gerçekleştirmesi gerekiyordu.

Şampiyonlar Ligi'ne A grubunda Roma, Anderlecht ve Lokomotiv Moskova ile başlayan Real, gruptan 4 galibiyet 1 beraberlik ve 1 de mağlubiyet alarak 13 puanla birinci olarak çıkar.

O zamanki Şampiyonlar Ligi statüsüne göre var olan 2. grup aşamasında ise Panathianikos, Porto ve Sparta Prague ile eşleşen Madrid ekibi bu gruptan da 5 galibiyet ve 1 beraberlik alarak liderlik pozisyonunda çıkar.

Çeyrek finalde son şampiyon Bayern Munich ile eşleşen eflatun-beyazlılar, Münih Olimpiyat Stadyumu'nda oynanan karşılaşmanın 11. dakikasında Geremi ile öne geçse de maçın sonlarına Effenberg ve Pizarro'nun gollerine engel olamayınca sahadan üzgün bir şekilde ayrılır.

Rövanş maçına kendi evinde 75.000 seyircisinin önünde çıkan Real Madrid, İvan Helguera ve Guti'nin golleriyle maçı kazanarak son şampiyonu kupanın dışına iter. Yarı finalde ise rakip ezeli rakipleri Barcelona olur.

23 Nisan 2002 tarihinde Camp Nou'da 98.000 katalan seyircinin önüne çıkan Real Madrid, maçı Zidane ve Galacticos rüzgarından payını kötü bir şekilde alan Mc Manaman'ın golleriyle 2-0 kazanır ve Bernabeu'da oynanacak rövanş için mükemmel bir skor elde eder.

1 Mayıs 2002'de Bernabeu'daki rövanş maçının 43. dakikasında Raul takımını öne geçirir. Artık Real final kapısını aralamış, katalanların ise tüm direnci kırılmıştı. 49. dakikada Helguera'nın kendi kalesine attığı gol skora dengeyi getirse de daha büyük bir sürpriz olmaz ve Real Madrid ezeli rakibini evine yollayarak kupanın bir ucundan tutar. Rakip ise Manchester United'ı 2-2 ve 1-1'lik skorlarla eleyen Ballack, Lucio, Yıldıray Baştürk, Oliver Neuville gibi oyunculara sahip Bayern Leverkusen'dir.



15 Mayıs 2002 tarihinde Glasgow Hampden Park'da 52.000 seyircinin önünde başlayan final karşılaşmasının (Hampden Park stadında bu güne dek 3 kez final maçı oynanmıştır.) henüz 8. dakikasında Raul takımını öne geçirse de Klaus Toppmöller'in Leverkusen'i 13. dakikada Lucio durumu 1-1'e getirir. İki takım bu skorla soyunma odasına gider.

İkinci yarının başlarında Real Madrid kurduğu baskılı oyunla oyunu rakibin sahasına yıkmaya çalışır. Bu çaba kısa süre sonra meyvesini verir. Solari'nin araya kaçırdığı Roberto Carlos'un güç bir şekilde açtığı ortaya Zidane gelişine bir vole vurarak topu ağlarla buluşturur. Bu gol hem kupanın sahibini belirler, hem de kupa tarihinin en iyi golü seçilir. Maçın adamı da seçilen Zidane ise kariyerindeki son puzzle parçası olan Şampiyonlar Ligini kazanmanın mutluluğunu yaşar.






2002 Dünya Kupası



     1998 yılında evinde kazandığı destansı zaferle tüm dünyaya krallığını ilan eden Fransızlar bu başarıyı 4 yıl sonra tekrarlamak için uzakdoğu'ya yelken açtığında teknik direktör Roger Lemerre, Bernard Lama, Laurent Blanc, Didier Deschamps, Robert Pires ve Christian Karambeu'yu yeni isimlerle değiştirmişti. Makelele ve Djibril Cisse başta olmak üzere yeni isimlerle çalışmayı tercih eden Lemerre, takımı her zaman olduğu gibi Zidane'ın etrafında oluşturacaktı fakat Zidane'ın yaşayacağı sakatlık Fransızların turnuva boyunca göstereceği performansa büyük bir gölge düşürecekti.

    Turnuvanın başlamasına çok kısa bir süre kala ciddi bir sakatlık geçiren Zidane, takımını yalnız bırakmak zoruna kalır. Kadroda yaşanan radikal değişikliklere bir de dişlinin ana parçasının yitirilmesi eklenince Fransa'nın kupada parlak bir performans göstermesi imkansıza yakın bir hal alır. Ancak yine de kaliteli isimlerde oluşan kadrodan bir şeyler bekleyen insan sayısı da oldukça fazladır.
   
     Takvimler 31 Mayıs 2002'yi gösterdiğinde Dünya Kupası açılış maçı için Seul Stadyumu'nda Fransa ve Senegal karşı karşıya gelmektedir. Danimarka, Uruguay ve Senegal'in bulunduğu gruptan rahat bir şekilde çıkması beklenen Fransa, kupaya tarihinde ilk kez katılan bu fakir afrika ülkesine 30. dakikada Bouba Diop'un attığı golle 1-0 mağlup olur. Grubun en zayıf halkasından alınan bu yara takımın ne kadar Zidane'a bağımlı olduğunu gözler önüne serer.

    Uruguay karşısında oynanan ikinci maça da Zidane'dan yoksun çıkan Fransa maçta pozisyon üretmekte oldukça zorlanır. Orta sahada gerekli etkinliği gösteremeyen horozlar Uruguay'lı futbolcularında gol atamamasıyla sahadan 0-0'lık beraberlikle ayrılır. Artık tek umutları grubun son maçında Danimarka karşısında Zidane'ın oynayabilecek olmasıdır ancak beklenen mucize gerçekleşmez. Danimarka sarsıntılı bir turnuva geçiren rakibini Rommedahl ve Tomasson'un golleriyle yenerek belki de 1992'den sonra en iyi performanslarından birine imza atar. Son şampiyon Fransa gol bile atamadan evin yolunu tutarken Zidane'ın önüne yeni hedefler dizilir.



     Süper Kupa ve Kıtalararası kupayı kazandıktan sonra Real Madrid'in yeni hedefi La Liga şampiyonluğunu kazanmak ve Şampiyonlar Ligi'ndeki başarıyı korumaktır. 2002-2003 sezonunda Nihat, Kovacevic, Xabi Alonso gibi oyuncularıyla ligde fırtınalar estiren Real Sociedad ve Roy Makaay'lı Deportivo La Coruna bu maratonda Real Madrid'in ligdeki en büyük rakipleri olurlar. Real Madrid sezonu 76 puanla şampiyon olarak bitirirken Şampiyonlar Ligi macerası ise farklı bir boyutta ilerler.

   Şampiyonlar Ligi'nde C Grubuna düşen Real Madrid'in rakipleri Roma, AEK ve Genk olur. 6 maçta 9 puan toplayan Real Madrid yine de gruptan lider çıkmayı başarır. İkinci grup aşamasında ise Milan, B.Dortmund ve Lokomotiv Moskova ile eşleşen eflatun-beyazlılar topladıkları 11 puanla Milan'ın ardından çeyrek finale yükselirler. Çeyrek finalde ise Manchester United'la karşılaşan Zidane ve arkadaşları ilk maçı 3-1 kazandıktan sonra ikinci maçı 4-3 kaybetmelerine rağmen yarı finale yükselme başarısı gösterirler. Yarı finaldeki rakiplerine ise Zidane hiç yabancı değildir. Çeyrek finalde Barcelona'yı eleyen Juventus yarı finalde Zidane'ın karşısına dikilir. Yıllarca Delle Alpi stadında tezahüratları arkasına alarak oynayan Zidane bu sefer eski yuvasına rakip olarak geri dönecektir. İlk maçı 2-1 kazanan Real Madrid büyük bir çekişmeye sahne olan ikinci maçı 3-1 kaybederek final biletini Juventus'a kaptırır ve Avrupa macerası sona erer. Zidane sezon sonunda  Onze d'Argent ödülüne bir kez daha layık görülür.   


   Bir sonraki sezon takımda belirgin bir düşüş yaşanır. Lig şampiyonluğunun Valencia'ya kaptırılmasının yanında sezon Barcelona ve Deportivo'nun ardında 70 puanla 4. sırada bitirilir. Şampiyonlar ligine ise F Grubunda Porto, Marsilya ve Partizan ile aynı grupta başlanır. Grubu 14 puanla lider tamamlayan Real Madrid ikinci turda da Bayern Münih'i 1-1 ve 0-1'lik sonuçlarla eleyerek çeyrek finale yükselir. Rakipleri ise o yıl mütevazı bütçesiyle harikalar yaratan Monaco olur. İlk maçı 4-2 kazanan Real Madrid için ikinci maç tam bir kabusa döner. Maçı 3-1 önde bitiren Monaco deplasman golü kuralıyla Real Madrid'i kupa dışına itip finale kadar yol alır. Zidane ve arkadaşlarının Avrupa macerası ise dramatik bir şekilde son bulur. Zidane'ın sıradaki macerası ise 2002 Dünya Kupası'nda yaşanan hayal kırıklığının ardından katılacağı 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası'dır



2004 Avrupa Futbol Şampiyonası

     2002 Dünya Kupası'ndaki hezimetin ardından Lemerre yerine Jacques Santini'yi milli takımlarının başına getiren Fransızlar, Slovenya, İsrail, Kıbrıs ve Malta'nın bulunduğu eleme grubundan namağlup bir şekilde çıkarlar. Turnuvaya ise B grubunda İngiltere, Hırvatistan ve İsviçre ile başlayan Fransa ilk maçına İngiltere karşısında çıkar. Lampard'ın 38. dakikadaki golüyle geriye düşülse de Zidane yine tüm takım oyundan düşmüşken jeneratör görevi görerek 90+1 ve 90+3'de attığı gollerle maçı çevirmeyi başarır.

   Gruptaki ikinci maçında Hırvatistan ile karşılaşan Fransa, Igor Tudor'un kendi kalesine attığı golle öne geçse de Milan Rapaiç ve Dado Prso'nun gollerine engel olamaz. Trezeguet'in 54. dakikada skoru 2-2'ye getiren golü maçın da sonucunu belirler.

    Grubun üçüncü ve son maçına İsviçre karşısında çıkan Fransa, Zidane'ın 20. dakikada attığı golle öne geçer. 26. dakikada İsviçre Johan Vonlanthen'in attığı golle biraz olsun umutlansa da Thierry Henry 76. ve 84. dakikalarda attığı gollerle maçın galibini belirler. Fransa bu sonuçla gruptan lider çıkmayı başarır.


    Çeyrek finalde rakip Yunanistan'dır. İspanya, Portekiz ve Rusya'nın olduğu gruptan son derece rahat bir şekilde çıkan Yunanlılar, uyguladıkları katı defans anlayışıyla kendinden güçlü rakiplerine üstünlük sağlamayı başarmıştı. Lizbon'daki Estadio Jose Alvalade stadında 45,000 seyircinin önünde oynanan maçta Yunanistan 65. dakikada Charisteas'ın golüyle maçı kazanarak bir şok da Fransızlara yaşattırır. Yaşanan bu beklenmedik hezimet Zidane ve arkadaşlarının bir turnuvadan daha hüsranla ayrılmasına neden olur. Zidane açısından sevindirici tek gelişme turnuvanın takımına seçilmesi ve Pele tarafından FİFA'nın 100. yıl şerefine oluşturulan, yaşayan en iyi 100 futbolcu listesine seçilmesi olur. Zidane turnuva sonrası aldığı kararla milli takımı bıraktığını açıklar.

2004-2005 sezonunda Real Madrid ve artık 33 yaşına gelen Zidane için pek parlak gelişmeler yaşanmaz. Şampiyonluk Barcelona'ya kaptırılır. Ronaldinho'lu Barca'nın ne kadar gerisinde kalsa da Zidane; Ronaldo, Figo, Beckham gibi yıldız oyuncularla beraber futbolu bazen bir şova dönüştürerek taraftarları mest etmekten geri kalmıyordu. Şampiyonlar Ligi'nde Leverkusen, Roma ve Dinamo Kiev ile aynı gruba düşen Madrid, 11 puanla gruptan 2. sırada çıkmayı başarır. Ancak ikinci turda rakip geçen yıl yarı finalde elendikleri Juventus olur. İlk maçı Bernabeu'da Helguera'nın golüyle kazanan Madrid, ikinci maçı Trezeguet ve uzatma dakikalarında Zalayeta'nın attığı gollerle kaybederek Avrupa'ya da beklenmedik bir turda veda eder. Zidane ve arkadaşları tüm çabalara rağmen sezonu istediği yerde noktalayamazken Dünya Kupası elemelerinde zor virajlardan geçen Fransa Milli Takımı da Zidane'a geri dön çağrısı yapar. Daha önce milli formayı bıraktığını kesin bir dille defalarca açıklayan Zidane ailesinin de ricasıyla Ağustos 2005'de milli formaya dönüş yapar. Zidane'ın dönüşüyle milli takım toparlanır ve İsviçre ile İsrail'in 2 puan önünde kupa vizesini alırlar.


The Avengers

2005-2006 sezonunda La Liga'da Barcelona tufanı esmeye başlar Ronaldinho, Eto'o, Deco, Guily gibi oyuncuların etrafında güçlü bir takım kuran Rijkaard teknik direktörlüğündeki Barca sezonu Real Madrid'in tam 12 puan önünde şampiyon bitirir. Şampiyonlar Ligi'ne Lyon, Rosenborg ve Olympiakos ile aynı grupta başlayan Real Madrid gruptan 10 puan toplayarak ikinci sırada çıkar. İkinci turda İngiliz ekibi Arsenal ile eşleşen eflatun beyazlılar Bernabeu'daki ilk maçı 1-0 kaybederken deplasmanda da 0-0 berabere kalarak yine beklenenden erken bir şekilde kupanın dışında kalır. İlerleyen yaşı ve takım içindeki bazı sıkıntılardan dolayı bunalan Zidane ise 2006 Dünya Kupası'nın ardından emekliliğe ayrılacağını açıklar. Real Madrid ile son maçına Villareal karşısında çıkan Zidane bu maçta kafayla bir gol atarak Real Madrid'e son skor katkısını yapar. ''Büyücülüğün için teşekkürler'' pankartlarının açıldığı, hem Zidane hem de taraftarların gözyaşlarını tutamadığı anlar futbolun en efsanevi anlarından biri olarak tarihe geçer.


   


2006 Dünya Kupası ve Bir Yıldızın Kayışı




   
 2002 ve 2004 yıllarında yaşanan hezimetler sonunda artık Fransa Milli Takımı toparlanmak için kendisine hedef olarak 2006 Dünya Kupasını seçmişti. Elemeler sırasında Zidane'ın milli takıma dönüşüyle toparlanan Fransızlar turnuva vizesini aldıktan sonra Raymond Domenech yönetiminde turnuvanın yolunu tutar. G grubunda İsviçre, Güney Kore ve Togo ile mücadele eden Fransa ilk maçında İsviçre ile 0-0 berabere kalır. İkinci maçta Güney Kore karşısında Henry'nin 9. dakikada attığı golle öne geçen Fransızlar 81. dakikada Ji-Sung Park'a engel olamamış ve bu maçtan da beraberlikle ayrılmıştı. Bir önceki turnuvada yaşanları aklına getiren Fransızlar oldukça stresli bir ortamda çıktıkları Togo maçını Vieria ve Henry'nin golleriyle kazanarak İsviçre'nin ardından ikinci sırada tur vizesini alır. İkinci turdaki rakip ise kupaya oldukça iyi bir başlangıç yapan yıldızlar topluluğu İspanya'dır

  27 Haziran 2006 tarihinde Hannover Stadion'da 43.000 kişinin önünde oynanan maçta İspanyollar 28. dakikada David Villa'nın penaltı golüyle öne geçer. 41. dakikada Fransızların yeni yıldızlarından Ribery skora dengeyi getirir. İkinci yarıda oyunun kontrolünü eline alan Fransa 83'te Vieria ve 90+2'de Zidane'ın attığı gollerle İspanyolları evine yollamayı başarır. Zidane için ''Bu son maçın'' şeklinde pankartlar açan İspanyol taraftarlar Zidane'ın perdeyi kapatarak attığı golle stadyumdan boynu bükük bir şekilde ayrılır.

  Çeyrek finale yüksele Fransızların rakibi bu sefer 1998 finalinde kupadan ettikleri son şampiyon Brezilya'dır. 1998 yılında dünyanın zirvesindeki Zidane, Ronaldo, Henry, Roberto Carlos gibi yıldızların tam 8 yıl sonra bu sefer yaşlanmış bir şekilde karşılaştıkları maçı 57. dakikada Henry'nin ayağından gelen golle kazanan Fransa , yarı finale yükselerek artık iyiden iyiye şampiyonluk yürüyüşüne başlamıştı. Yarı finaldeki rakipleri ise İngiltere'yi penaltılarla eleyen Cristiano Ronaldo ve Luis Figo'lu Portekiz'dir.

  5 Temmuz 2005 günü Allianz Arena'da oynanan karşılaşmayı Fransa, 33. dakikada kahramanı Zidane'ın penaltıdan attığı golle kazanarak kupanın bir ucundan tutmayı başarır. Zidane takımını finale çıkarmış ve muhteşem bir performans göstermişti. Zizou artık futbol kariyerini adına yakışır bir zaferle noktalamak için hazırdır. Rakipleri ise 6 yıl önce Avrupa Kupası finalinde hezimete uğrattıkları, Zidane'ın Juventus yıllarındaki teknik direktörü Marcelo Lippi'nin çalıştırdığı İtalya'dır.

  
8 Temmuz 2006 tarihinde Berlin Olimpiyat Stadı tam 70.000 kişi tarafından tıklım tıklım doldurulmuştu. 2000 yılındaki finalin rövanş mücadelesi gibi bir görüntüye sahne olan maç hızlı başladı ve Zidane 6. dakikada Fransa'yı öne geçiren penaltı golünü kaydetti. 17. dakikada ise Marco Materazzi skora dengeyi getirdi. İlerleyen dakikalarda Zidane'ın mükemmel kafa vuruşunu Buffon inanılmaz bir şekilde çıkartırken artık iki takım da yorulmuş ve penaltılara razı bir görüntü sergiliyordu. Tam bu sırada kupa tarihinin en kötü hatıralarından birisi gerçekleşti. Zidane bir pozisyon sonrası ailesine küfreden Materazzi'ye kafa atar ve kırmızı kartla oyun dışı kalır. Bu hareket sonrasında ise maç penaltılara kalır.

 İlk penaltıları kullanan Pirlo ve Wiltord hata yapmazken. İkinci penaltılarda Materazzi'nin atışı gol olurken 2000 yılında altın gol ile İtalyan'ları yasa boğan Trezeguet vuruştan yararlanamaz. Daha sonra De Rossi, Abidal, Del Piero ve Sagnol'un vuruşları karşılık bir şekilde gol olurken son penaltıyı kullanan Fabio Grosso atışını gole çevirerek kupayı İtalya'ya getirir. Futbolun tanrılarından biri oyuna getirilmiş ve kupa İtalya kaptanı Cannavaro'nun ellerinde yükselmişti. Attığı kafa her ne kadar ismine gölge düşürmüş olsa da Zidane tüm kupaları kazanmış, sahada futbolun tüm güzelliklerini hem bütünsel hem de bireysel bir şekilde oyuna yansıtmayı başarmış bir futbol tanrısı olarak tarihin her döneminde tıpkı Cruyff, Maradona, Pele, Ronaldo gibi bir yıldız olarak her dönem anılmaya devam edecektir.





Futbolu bıraktıktan sonra birlikte Real Madrid formasını giydiği Ronaldo ile bir çok kez yardım maçına çıkan Zidane günümüzde yardım organizasyonlarında boy göstermeye devam etmekte. Zidane'ın oğullarından Enzo, Real Madrid genç takımında bir yıldız adayı olarak günden güne oyununu büyütmekte. Zidane'ın oğluna Enzo adını koymasının sebebi ise hayranı olduğu futbolcunun River Plate efsanesi Enzo Francescoli olmasından kaynaklanmaktadır. Yakın zamanda Valdano'dan boşalan Real Madrid sportif direktörlüğü koltuğuna oturan Zidane şu sıralar Juventus kulübünde birlikte çalıştığı Carlo Ancelotti ile beraber Real Madrid'in başarısı için ter dökmekte.